9

22 2 0
                                    

On üç yaşımda hiç konuşmuyorum diye beni psikoloğa götürdüler. Ağustostu, doğum günüme sekiz gün vardı. Klimalardan buz gibi olmuş salonu uykumu getirirken bekleme salonunun toz pembe kapıları içimi ısıtıyordu. Mayhoş bir hava içersindeydim. Biraz tedirgindim. Ailem ise endişeli. Vakit geldi, toz pembe kapıya iki çift tık. Aralandı kapı, girdim içeri, kemik gözlüklerini çıkardı ve gülümseyerek "otur lütfen" dedi. Gülümsedim ve oturdum. Orda, siyah deri koltukta bana anlat diyor. Anlat. Anlatmalısın. Yanındayım, bana güven. Hiç tanımadığım ve samimi bulmadığım birine ne anlatacaktım ki? Korkutucu yemyeşil gözlerinin içine bakıyorum, ellerim önümde, başım ise hafif eğik. Anlamıyor. Sessizliğin de paylaşılabileceğini bilmiyor. Psikologlar senin ne tür acı çektiğini bilmezler. Sadece bilmediği konu hakkında yorum yapma becerilerine sahiptirler. Oysa bir insanı anlamak için onun gibi yaşamalısın, o olmalısın. Acı çekmelisin, çok. Daha önce hiç çekmediğin kadar. Ama onlar herşeyi kitaplardan öğrenirler, oysa acının evrenselliği kitaplarda yazmaz. O gün çocukluğuma inmeye çalıştı. Gülümsedim. Oysa benim geçmişe dönmek istemediğimin farkında bile değil.

Küçük YazılarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin