[ FLASH BACK ]
Kilisenin en güzel noktasında oturan iki adam, bahçede ki heykellerden daha göz alıcı duruyorlardı. Mingi ve Hongjoong burada büyüyen iki çocuktu sadece. Zaman onları değiştirmiş, en büyük acılarını yansıtmış ve peşlerine en büyük laneti takmıştı.
Küçük olan, kendisinden daha iri olana yaklaştı. Onun acısının ne kadar büyük olduğunu tahmin edemezdi bile fakat ufacık parmaklarıyla, durdurak bilmeyen göz yaşlarını silebilirdi. Öyle de yaptı.
"Mingi"
Omuzlarında ki yük çok ağırdı ve bunu ancak Mingi'nin buralardan uzaklaşmasıyla hafifletebilirdi. Bu adam, ufak olanın en yakınıydı, hatta tüm ailesi olmuştu. Şimdi ise bir aile bireyinin yapacağı görevi üstlendi. Dudaklarından güç bela, cümlenin devamı çıkmıştı.
"Bir süre buralardan uzaklaşmaya ne dersin?"
İri olan, böyle bir şeyi asla beklemiyordu. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı ve zaten fazlasıyla acımakta olan kalbi, küçük olanı yanlış anlaması yüzünden daha da acımıştı. Boğazında ki düğümler, artık onun yutkunmasını engelliyordu. Kendisi de buralardan gitmek, kilisede hissettiği baskının yok olmasını diliyordu ama bunu yapacak cesareti yoktu. Belki de sadece ufak olandan daha fazlasını duymak istiyordu.
"Ben gidersem, sen burada tek başına ne yapmayı planlıyorsun?"
Ufak olan, karşısında ki bedenin sorduğu soruya afallamıştı fakat yüzünde, ona karşı duyduğu minnet ifadesi belirmişti. Böyle bir durumda bile kendisini düşünmeyi reddediyor oluşu, aslında onun ne kadar güçlü birisi olduğunu anlamasına sebep olmuştu tekrar ve tekrar.
"Seonghwa burada ya. Sence o varken ben yalnız kalır mıyım? Ayrıca Wooyoung var ve o hâlâ uyanmadı. İkimiz burada kalacağız ve onunla daha yakından ilgileneceğiz, senin olmadığın süre içerisinde."
Uzun olan ikna olmuştu ama sadece son bir onay istemişti. Kendisinden daha kısa olanı kollarına aldı ve esen rüzgarla beraber kokusunu içine çekti. O olmasaydı ne yapardım diye düşünmeden edemiyordu ve her seferinde onun için bir kez daha dua ediyordu.
Adımları birkaç sefer geriye gittiğinde, aralarında epey bir mesafe kalmıştı. Kendisinin zihninde ve inancında, Hongjoong her zaman korunmaya muhtaçtı ve rahip Seonghwa, onu en iyi şekilde koruyordu, Tanrı'nın onlara bahşettiği bu kutsal evde.
3 GÜN SONRA
Kiliseden ayrılmasının üzerinden tam 3 gün geçmişti. Bu günler içerisinde aşık olduğu adamın peşine düşmüştü bir kez daha onu görme umuduyla. Yunho...
Yunho onun canını bu kadar yakmışken, neden hâlâ onunla görüşmek istediğinden emin değildi. Kalbine ve hatta düşüncelerine de söz geçiremiyordu. Olanları ise bu üç gündür düşünmeme kararı almıştı ki, ondan gelen bir mesajla, yeniden korkularıyla başbaşa kalmıştı.Attığı her adımda, nefesini daha net duyuyordu. Ondan gelen her mesaj ve haber kendisini bu duruma soktuğu için ondan nefret edecek duruma gelmişti ama nefret büyük bir duyguydu. Yunho bunu hak etmemeliydi.
Mesaja cevap vermek yerine, dakikalar sonra onunla karşı karşıya kalmayı tercih etmişti. Şimdi ise sevdiğini inceliyordu. Ona bir adım daha yaklaşmak yerine, bakışlarıyla seviyordu yüzünü. Parmaklarını değdiremeyecek kadar korkuyordu. Her dokunduğunda biraz daha eriyecekti, hissettiği aşk yüzünden kalbi buna dayanamayacak, sonunda affedecekti onu. Bu yüzden buluşmuşlardı zaten ama o sadece daha uzun sürsün istiyordu. Bu hissettiği acıları, Yunho da hissetsin istiyordu.
Yunho ona doğru her adım attığında, yüzünde ki her noktayı zihnine kazıdığına yemin edebilirdi. Ondan daha güzel bir varlık daha yaratmamıştı Tanrı. Kilise de büyümüş olmasına rağmen, ilk defa bu kadar hayranlıkla bakıyordu bir canlıya. Bedeni istemsizce ona çekiliyordu, o derece bir hayranlıktı bu.
Yunho, onun titreyen ellerini avuçları arasına aldığı an, göz yaşları bir kez daha yanaklarıyla buluşmuştu. Pes etmişti ona karşı. Gardını çoktan düşürmüştü ama yine en korktuğu anılar gelmişti gözünün önüne.
Yunho, onu aylar öncesinden zaten reddetmişti. Tüm sevimliliğini kullanarak, bir ilişkiye hazır olmadığını, gezgin olarak hayatına devam ettiğini ve hatta hiç aşık olmadığını söylemişti. Bunlar sadece yalandı. Mingi, o zamanlar ne kadar kötü dönemler geçireceğini bilemeden, onu kiliseye getirmiş, herkesle tanıştırmıştı. En büyük hatayı, kilisede çalışan Yeosang'ın arkadaşı Jongho ile tanıştırarak yapmıştı. Jongho sadece bir üniversite öğrencisiydi ve kiliseyle ilgisi yoktu ama Yeosang'ı tanıyordu ve o gün onu görmeye gelmişti. Yunho ile tesadüf eseri tanışmışlardı ama bu tesadüf o kadar ileri gitmişti ki, Yunho ona kısa sürede aşık olmuştu. Mingi, her şeyden habersiz, Yunho'ya onu reddetmesi konusunda saygı duymuştu ve onu anlayışla karşılamıştı. Hataydı.
İkilinin ilişkisini, Yeosang'ın Jongho ile konuşması esnasında duymuştu ve o günden beri Hongjoong bile ne yaptıysa, Mingi'nin kalbinde ki o ağırlığı hafifletememişti.
Tüm bu düşünceleri, dudaklarında hissettiği yumuşaklık ile son bulmuştu. Girdiği transtan yavaş yavaş çıktığını hissediyordu ama ne olduğunu anlaması, iki üç saniyesini almıştı. Yunho, Mingi'nin göz yaşlarını sildikten sonra kısık sesle ondan özür dilemişti ve dudaklarını, büyük bir tutkuyla onun dudaklarına kenetlemişti. Bu öpücük, Yunho'dan beklenmeyecek kadar masumdu ama Mingi'nin bunu düşünecek kadar vakti bile olmamıştı ve Yunho kısa sürede gerilemişti bile.
Mingi dudaklarını araladığı zaman, sesli bir şekilde nefeste almıştı. Bedeni, Tanrı'nın şarabından kadehlerce içmiş kadar sarhoş hissediyordu. Zihni tamamen kapanmıştı ve sadece Yunho ile dolmuştu. Bir şey diyecek gibi olduğu zaman, Yunho onu bir kez daha öpmüştü. Bir kez daha ve bir kez daha.
Mingi ise bu cümlesini bir daha asla devam ettiremeyecekti ama ona bir şans tanıyacaktı o günden itibaren.
Aşkları bu caddeye çok fazla gelecekti. Yunho buralara son kez ayak basacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Betsalel
ParanormalRadyoların frekansları değiştikçe, gerçekleri açıklığa kavuşturmasına bir adım daha az kalıyordu. Her gece onun bakışlarını üzerinde hissederken, nasıl olurdu da huzurla uyuyabilirdi ki? Sesler her gece daha da artıyor, rüyalarını ele geçiriyordu. B...