Sabah varmaları gereken kamp yerine Hyunjin bir türlü hazırlanamadığı için öğleye doğru varmışlar, yakıcı güneşten kurtulma umuduyla çadırlarını hemen kurmaya koyulmuşlardı. Özellikle insanlardan uzak olarak seçtikleri bu yer, Jisung'un tam istediği gibi ağaçlarla dolu, suya kıyısı olan bir yokuştu. Çadırlarını kurdukları yerin beş metre ötesindeki su durgun olduğundan ayaklarına zaten varamaz diye piknik örtüsünü de daha yakın bir yere sermiş ve oturmuşlardı.
Changbin, iki yıl önce Felix'in hiçbir işe yaramayacak olmasına rağmen Bim'de görünce ucuz diye aldığı koca çadırı tamamen kurduktan ellerini çırptı. Arkasına döndüğünde piknik örtüsünün üstüne oturmuş Jisung, elindeki dal parçasıyla toprağı kazırken Hyunjin nereden çıkardığı bilinmeyen katlanabilir sandalyesini açıyordu. Anlaşılan sırt çantasına sığdırabilmek için o kadar bekletmişti onlardı. Sandalyeyi suya karşı yerleştirip oturdu, ayağını dizinin üstüne attı ve ellerini karnına koyup öğlen güneşinin altında ışıldayan suyu izlemeye başladı. Felix de hala Jisung'ın çadırıyla uğraşıyordu.
"Çok sıcak." dedi Changbin tişörtünü havalandırırken.
"N'apalım?" diyerek yanından geçen Seungmin elinde taşıdığı karpuzu suya yuvarladı. Poşetin ucuna bağladığı ipin ondaki ucunu da en yakın ağaca dolayıp sıkıca düğümledi. "Beyin akıyor."
"Eyvallah."
Changbin, Felix de örtüye oturup yayılınca yer kalmadığından kapısı açık çadırın içine oturup ayaklarını uzattı. Başlarında dikilen Seungmin ellerini beline koyup "Oturmaya mı geldik?" diye sorunca aralarındaki sebepsizce durgun hava dağılmış, Hyunjin kıçını zor da olsa o sandalyeden ayırmış ve oyun oymamaya başlamışlardı. Acıkana dek devam ettiler, eğlendiler. Güneş sonunda tepelerinden eksilip durup izlenesi bir gün batımını onlara sunduğu sıralarda mangal kutusu da açılıyordu.
"Ben balık tutmak istiyordum." dedi bir an Jisung. Plastik tabakları örtünün üzerine diziyordu. "O balıkları burada kimse temizlemeyecek." Jisung yerde ateşi çoğaltmakla uğraşan Seungmin'e ters ters bakıp "Yemeyeceğiz ki," dedi. "Tutup geri salacağız."
"Oltamız yok." Jisung ona arkasını döndü. Olduğu yerde oturmaya devam ederken Changbin bir yandan onu izliyor bir yandan Seungmin'e pişireceklerini uzatıyordu. Hyunjin de güneş gözlükleriyle sandalyesinde uyuya kalmıştı. Suyun kenarına çökmüş Felix Jisung'a seslendi eliyle gelmesini işaret ederken. Jisung yanına vardığında işaret parmağıyla az ileriyi gösterdi. "Balıklar."
"Onlar kurbağa."
"Hayır, onları demiyorum." Jisung suyun altında belli belirsiz görünen iki balığı fark edince gülümsedi. Ortadan kaybolduklarında ekmek aralarına gömülmüş, ağzında yemek varken konuşan Hyunjin'i pataklamaya çalışıyorlardı. Oyun oynadılar, Ankara havası açtılar, erik dalıyla kıvırdılar ve ay göğe yükseldiğinde çaylarının ardından çadırlarına çekilme kararı aldılar ancak Jisung'ın pek içeriye girmeye niyeti yok gibiydi. Hyunjin'in sandalyesine oturmuş, karşısındaki suyun gece rüzgarlarıyla hareket edişini izliyordu. Üstüne kapüşonlusunu geçirmişti. Üçüncü bardak çayının dumanları hala gözle görülebiliyordu. Ağzına götürdü farkında olmadan. Sıcak olduğundan şapırtıyla geri çekti. Çadırdan Seungmin'in küfredişini duydu.
Changbin, Seungmin'in karpuzu bağlamak için kullandığı plastik ipi ikiye ayırdı. Sağlam kalmasına dikkat ederek incelttikçe inceltti. Sonra az ötelerde dolaştı. Jisung onun ayaklarının altından gelen yaprak hışırtılarını duyuyordu ama dikkati dağınık olduğundan fark etmemişti. Changbin, bulduğu uzunca bir sopayla geriye döndü. İpin ucunu sıkıca bağladıktan sonra Jisung'ın yanına vardı. İpin diger ucuna da minicik bir et parçasını tutturduğu sopayı Jisung'ın kucağına koyunca bir anda, Jisung irkildi ve dolu bardağından birkaç damla eline sıçradı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bizimkine bir oralet; changsung
Fanfictionevden çıkılamayan pandemi günlerinde kendilerini çevrimiçi okey oyununa veren jisung ve changbin, birbirlerini tanıdıklarını sanıyorlarmış meğer. ne changbin flört olsun diye kızlara oralet yollayan kırk yaşında bir amcaymış ne de jisung da minecraf...