Jeongin için zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Bir an önce eve gidip Jisung'u görmek istiyordu. O yüzden zil çaldığında okuldan ilk çıkan oydu. Kimseyi beklemeden önden fırlamıştı Jeongin.
Yine de eve en son giden o olmuştu. Çünkü kalbinin aksine ayakları kaçıyordu ondan. Korkuyordu, Jisung'un ona soğuk davranmasından. Jisung kızgın olsun istiyordu. Kırgınsa eğer, Jeongin ne yapabilirdi bilmiyordu.
Kızgın Jisung? Rahat bırakmak en iyisiydi. Ortalıkta gördüğü her şeye laf eder, sonra yumruklarını sıkıp ayaklarını vura vura bir köşeye kaçardı. Öfkeyle içine çektiği nefesleri yanaklarını şişirirdi. Jeongin için ne güzel bir manzaraydı. Saatlerce onu öyle seyredip gülebilirdi.
Fakat kırgınsa eğer, kırılmışsa Jeongin'e, ne olurdu bilemiyordu. Onu kendinden böylesine uzak düşünemiyordu jeongin. Nefes alamıyordu, sanki kaburgaları ciğerlerini sıkıştırmaya başlıyordu.
O yüzden tüm sınırları zorladı ve tam da son giriş saatinde, akşam 8'de eve dönene kadar yolu uzattı. Dolaştı durdu ara sokaklarda. Oyun oynayan çocukların, iş yapan kadınların yanından geçti. Sokak kedilerinin, köpeklerinin dikkatini bile çekmeden yürüdü.
Eve geldiğindeyse, kollarını kaldıracak gücü kendinde bulması zaman aldı. Derin bir nefes aldı ve ellerini yumruk yaptı. Kapıyı sakince tık tıkladı, açan olmayınca bu kez daha güçlü vurup bekledi.
Kapıyı beklediği gibi Seungmin açtı. Ona sakince içeri geçmesini söyledi.
Jeongin ona bakmakla yetindi.
"Nerde o" dedi. Seungmin kimi kastettiğini biliyordu, hep bilirdi.
"Odasında"
Odası. Eğer yalnız kalmaya ihtiyacı varsa, orası onun odası olurdu. Jeongin'in çenesi kasıldı. Gözleri dolmasın diye çabalarken tırnaklarını avcuna bastırdı ve çantasını Chan'ın odasına bıraktı. Onun kıyafetlerinden birkaç tanesini ödünç aldı ve salona geçti. Ses olsun diye açıldığı her halinden belli televizyonun karşısındaki kanepede oturan Hyunjin ve Changbin'e bakmadan bahçeye yürüdü.
O sırada Bang Chan da salon kapısından içeri giriyordu ve kapıda karşı karşıya geldiler.
Bang Chan açılmayan telefonların hesabını sormadı, cevapsız mesajların da. Sadece Jeongin'in omuzlarını sıvazlayıp ona bakmadan içeri geçti.
Jeongin kendini bahçeye attı. Ağacın dalına kurdukları salıncağa oturdu ve hafifçe kendini ileri geri itmeye başladı. Karamış hava, şehirde olmasaydı onu bir sürü güzel ışıkla ödüllendirildi. Yine de şehrin ışıklarına rağmen parlayan üç beş yıldız Jeongin'in tebessüm etmesi için yeterliydi.
Ne kadar orada kaldı bilmiyordu ama Minho yanına gelmişti. Sürgülü kapıyı çekerek kapadı ve sakince Jeongin'in yanına yürüdü. Ağaca sırtını yasladı ve gökyüzüne bakmaya başladı. Bir süre konuşmadılar. Jeongin başını kaldıramıyordu ve Minho yıldızları izlerken çimlere bakabildi.
Biliyor mu acaba, diye düşündü. Benim de onu sevdiğimi, onunla aynı şeyleri hissettiğimi, onun kadar korktuğumu biliyor mu acaba?
"Doğru olanı yaptın küçüğüm" dedi Minho. Jeongin yere bakmayı sürdürdü. "Sana kızmadı ama kırıldı. Yine de doğru olanı yaptın. Bu zordur, bilirim. Seninle gurur duyuyorum küçük...
Nasıl hissediyorsun"
Jeongin yutkundu. Düşündü biraz.
"Berbat hissediyorum. Çok korkuyorum. Hyung, ya bir daha benimle konuşmazsa? Beni sevmezse" sesinin titremesine engel olamadığı için kendinden nefret etti o an.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEATHER (Jeongsung)
FanfictionNeden beni öpesin ki? Onun yarısı kadar bile güzel değilim.