Gerçekten düşlediğim kadar varmış. Yakından daha büyüleyiciydi. Dilinden dökülen her kelime, altın değerindeydi. Psikoloji dalında bu adam bir numaraydı. Zaten herkes, Emir hocaya saygı duyardı. O da bunun farkındaydı. İçtiğimiz kahveler rutinleşmeye başladı. Sürekli görüşür olduk, saatlerce sıkılmadan tartışabiliyorduk. O da benim gibi işine aşıktı. Freud'dan giriyor, psiko-analizin temel kavramlarından çıkıyorduk. Aramızdaki ilişki sadece ders değildi. İkimizde bunun farkındaydık. Artık, gündüz görüşmelerinden kopmanın zamanı gelmedi mi diye düşünürken, o da aynı şeyi düşünmüş olsa ki. Akşam yemeğine davet edilmiştim. Yemeğin ardından biraz sahilde turlamaya ne dersin dedim. Sahilde turlarken, hiç beklemediği bir anda elini tuttum. Hiç hız kesmeden bir artı hamleyi de o sergiledi. Hazırda elini tutmamı bekliyormuş. Belimi kavradı, sarmaş dolaş şekilde yürür olduk. İlk öpücüğümüzde o gün oldu. Başka bir öpüştü, resmen ruhuma dokunuyordu. İlk defa bir öpüşten bu derece etkilendim. Neyse fazla uzatmayalım. Uzmanlığımın ikinci yılında Allah'ın emri peygamberin kavliyle istediler, beni babamdan. Normalde bu konuşmayı yapmak gördüğüm kadarıyla annelerin göreviydi. Ben annesiz büyümüştüm. O yüzden babam paçaları sıvamıştı.
–Kızım gözlerindeki o sevdayı görebiliyorum. Senin için duyduğum mutluluğun tarifi yok. Sen çok düşünüp, kararlarını ona göre veren bir insansın. Seni çok iyi tanıyorum. Senin için mantık duygusallığın önünde geliyor. Emir 'e de gösterdiğin saygı, hayrete şayan. Kafama takılan iki husus var. Bir Emir ailemizin durumunu biliyor mu? Kullanmakta olduğun ilaçları biliyor mu? İki Emir senden on yaş büyük. Sen çocuk da yaparım, kariyer de diyen insanlardan değilsin. Kariyerinde istediğin doyuma ulaşmadan, çocuk düşünmezsin. O yaşının da verdiği olgunlukla isterse, nasıl bir yaklaşım izleyeceksin.
-Benim düşünceli, fedakar, güzel babam. Ailemizin durumunu da, ilaç kullandığımı da bilmiyor. Bilmesine de gerek yok. Ben bu durumu çok güzel tolere edebiliyorum. Her ailenin özel sırları olur. Bu da bizim kendi ailemizin sırrı. Nasıl saklayacaksın dersen, saklarım ben bir şekilde endişelenme babacım. İkinci kısma gelirsek, daha önce o konuyu konuştuk. Çok çocuk sevdalısı bir insan değil. O da erken olduğunu düşünüyor. He birde beni biliyorsun. Sade bir düğün istiyorum.
-Kızım ben sizin Emir ile aranıza girmem. Düğününüzü nasıl yapalım derseniz, benim için tamamdır.
Ne zaman bir duygusallaşsam, babamın kırmızı kuşağı bağlarken ki o ağlayışı, gözlerimin önüne geliyor. Demir gibi güçlü, elif gibi dimdik, yağmur bulutları kadar duygu doluydu. Gözünden damlalar pıt pıt, yavaş yavaş düşüyordu, kurdelayı bağlamasının ardından, on dakikayı aşkın süre babamın omuzunda ağladım. Belki de çok duygusal bir insan olduğum için şatafatlı olayları sevmiyordum.
Emir'den önce kimseyle öpüşmenin ilerisine gitmemiştim. Emir ile de ufak tefek, sevişmeden ötesi yoktu. O yüzden bu gece benim için çok önemliydi. Emir bu olaydan korktuğumu bildiği için bana çok naif davranıyordu. Sevişmenin hazzını ilk defa bu kadar doruklarda hissediyordum. -Emir hadi artık seni tamamen hissetmek istiyorum. Gir içime. Canımın çok yanacağını düşünerek, Emir'in elini çok sıkı şekilde tuttum. Hatta ilki yaşarken, tüm tırnaklarımı Emir'in eline geçirmiş olabilirim. Beklediğim kadar korkutucu bir olay değildi. Aksine müthiş zevk alıyordum. İçimden Emir, daha sert desem beni yanlış anlar mı? diye, düşündüm. İlk gecemizdi böyle bir şey söylemem doğru olmazdı. O günden sonra, on günlük balayımızın her gününde sabah akşam demeden beraber olduk. Bu kadar keyifli bir olay olduğunu bilseydim, daha önce yapar mıydım? Ya da bunu bu kadar keyifli hale getiren, bu kadar zaman bekleyip, doğru kişiyi bulmuş olmam mıydı? Her neyse müthiş haz alıyordum. Mutluluktan havalara uçuyordum. İnanmayacaksınız ama psikiyatri, ideoloji, dersler bile aklıma çok az uğruyorlardı.
Psikiyatrist olduğumdan beri, ilaçlarımı kendim düzenliyor. Üç ayda bir aynanın karşısına geçerek, kendi kendime seanslar yapıyordum. Büsbütün artısı ile, eksisi ile öz benliğimi değerlendirip, çıkardığım sonuçlara göre kendime planlar hazırlıyordum. Aynaları çok seviyordum. Polikliniğim iki odalı bir yerdi. Bir odası tamamen aynalar ile kaplıydı. Aynanın aktarım gücüne inanıyor, bazı hastalarımda da bu odayı deniyordum. Evlilik hayatımda da iş hayatımda pürüzsüz bir şekilde ilerliyordu. Emir 'in tek çocuk olduğunu daha önce bahsetmiş miydim? Hatırlamıyorum. Emir 'in annesi de babası hayattaydı. Köyleri Amasya olduğu için orada ikamet ediyorlardı. Zaman zaman yanlarına giderdik. Ziyaretlerimiz genelde günü birlik olurdu. İkimizin de iş yoğunluğundan dolayı nadir, yatırı kalırdık. Emir her erkek gibi koyu futbol takipçisiydi. Maçları, genelde babam ile birlikte izlerdi. Babam koyu Fenerbahçeliydi. Damat, Galatasaraylı olsaydın kızı vermezdim hee. Hadi yine iyisin, Beşiktaşlısın kardeş takımdan yırtıyorsun derdi.
Bir gün Emir hiç beklemediğim anda, beklemediğim bir soruyla karşımdaydı.
–Seni bazen ilaç kullanırken görüyorum. Ne ilacı onlar vitamin falan mı kullanıyorsun? Bu soru karşısında şoke olmuştum. İlaçları çok iyi saklar, kimsenin yanında kullanmazdım. İlaçları içerken tek olduğuma özenle dikkat ederdim. Zaman kazanmak için.
-Ne zaman gördün hayatım. –Geçen sabah gördüm. İş telaşından dün sormayı unuttum. –Evet, hayatım haftada bir vitamin ilacı ile doğum kontrol hapı kullanıyorum. O ana denk gelmiştir. –Mmm sırası gelmişken, ne diyeceğim bak. Evleneli beşinci yılımıza girdik. Artık çocuk yapsak mı diyorum. Zamanı gelmedi mi? Sence de.
Ben birincisi hazmedemezken, beklemediğim bir soru ile daha karşı karşıyaydım. Çocuk düşüncesi beni çok korkutuyordu. Ben de bir çocuğumun olmasını, bana anne demesini deli gibi istiyordum. Oysa annemin hastalığı, hamileliğinden sonra patlak vermişti. Deli gibi lafı gerçek olsun istemiyordum. Bu korkuyu nasıl yenerdim şimdilik hiçbir fikrim yoktu.
Geçiştirme bir cevapla. – Hayatım, bu konuyu başka bir zaman daha detaylı konuşmaya ne dersin? -Sultanım nasıl isterse, derim. Şimdilik geçiştirmiştim. Bir hafta boyunca konusu açılmadı. Bir hafta sonra akşam yemeğinde –Hayatım geçen gün çok üstünde duramamıştık. Çocuk diyorduk hatırlıyor musun? Hiç düşünmeden asi bir tavırla net bir cevap verdim. –Çocuk için çok erken, 3-5 yıl daha çocuk düşünmüyorum ben. Bu sert tavrım karşısında ne yapacağını bilemedi. Onu kırmak istemiyordum ama evlilik de bir savaş sayılırdı. Bazen yenen taraf olmak için, hiç acımadan kılıç darbelerini vurmak zorundasınız. O günden sonra uzun bir süre, bu konuyu açmaya, cesaret edememişti. O sert tavrımdan sonra açarsa, ne olacağını biliyordu. Onun yerine kaleyi içten fethederim, demiş olsa gerek ki. Alttan alttan, subliminal mesajlar veriyordu. Mesela yolda yürürken bir çocuk mu gördü. Aa çok tatlı değil mi? Sevimliliğe bak. Kıyafet almaya çıktığımızda, bebek kıyafetlerini getirip, çok şirin değiller mi diyordu. Benim gardımı indirmediğimi fark edince.
Yine bir gün babamla birlikte maç izlerken,- babacım acaba ileride bende sizin gibi oğlum yada damadımla maç izleyebilir miyim ki? –İzlersin tabi damat. Neden izleyemeyecekmişsin ki? –Hiç bana bakma Merve. Baba bu senin kızın yok mu? Çocuk istemiyor. Ne kadar ısrar etsem de, ilaçları kullanmayı bırakmıyor. Ben nasıl ileride böyle oğlum ile maç izleyeyim. Doksan yaşına geldikten sonra göz mü görür. –Hayatım bu konuyu, neden babama taşıdık ki. Bu ikimizin arasında olan bir şey değil mi. Babam ben konusunda çok hassastı. Ağzını açıp ben yabancı mıyım sanki bile demedi. İlk defa babamın önünde, ufak çaplı da olsa tartışıyorduk. Yıllardır atak geçirmemiştim. Hastalık bir belirti de vermiyordu ama babamın ağzı bir kere yanmıştı. Manidar gözlerle sakin ol kızım. Der gibi bana bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hangimiz Sahte?
Novela JuvenilBu roman gerçek hayattan esinlenerek kaleme alınmıştır, ürün yerleştirme bulunmaktadır. Mesleği doktor olan, psikiyatri kliniğinde yatan hastanın tuttuğu günlüklerden yola çıkılarak yazılan bu roman, Merve'nin hayatındaki büyük gizemi okurlarıyla pa...