İyi Okumlar...
''Adım Daniel.'' Yanımda duran Ercus elçisinin sesiyle ürktüm. Uzun bir sessizlik olmuştu aramızda. Bundan şikayetçi de değildim. Sessizliği her zaman sevmişimdir.
''Lindsay... Adım bu. Beni neden seçtin?'' Diye bir soru sordum. Bu sırada soluma dönmüş ve beni izleyen Daniel'in gözlerine odaklandım.
Yüzündeki ifadesizlik beni ürkütüyordu. ''Ruhun... Ruhun o kadar saf ve temiz ki.... Hemen bizden biri olabileceğini anladım.''
Kaşlarım havaya kalktı. ''Neden şimdi? Hep oradaydım. Neden şimdi seçildim?''
Daniel'in gözleri gözlerime öyle bir odaklanmıştı ki bakışlarımı kaçıramadım. ''Her insanın zamanı farklıdır Lindsay. Seninde bugündü.''
İç çektim. ''Peki, ne zaman oraya varmış oluruz?''
Daniel gözünü kırpmadan konuşunca yutkundum. ''Birkaç saate varmış oluruz.''
Başımı salladım ve yine koca bir sessizlik çökti. Camdan dışarıya bakarken yorgunluktan gözlerimin kapanmasına mani olamadım.
...
Gözlerim dürtülmemle açıldı. Şaşkınca çevreme bakınırken olaylar aklıma gelince anında kader havasına bürünmüştü vücudum.
Arabadan çıktığım gibi durmam bir oldu. Tanrım! Burası da neydi böyle. ''Buradan sonra atlarla gideceğiz. Buyrun.''
Yeşilin en güzel, en açık rengindeki bir ormandaydık. Önümüzde birkaç at vardı. Beyaz rengindeydiler. Bir tanesini bindim ve atı sevmeye başladım. At birkaç kere geri gidip mızmızlandı ve sonra olduğu yerde durup sevmeme izin verdi.
Daniel'i izlerken çevreme bakınıyordum. Doğa ve hayvanlar iç içeydi. Onları ilk defa böyle canlı ve mutlu görüyordum. Şehirde yaşadığım için pek yeşillik ve hayvan görmemiştim.
Bir sincap ağacın dalında durmuş elindeki fındıkla uğraşıyordu. Ara sırada çevresine bakınıyor ve etrafını kolaçan ediyordu. Sanırım, fındığı kimseyle paylaşmak istemiyordu.
Onun bu haline gülümserken buldum. Daniel durunca benim atımda durdu. Atımı biraz ilerletim Daniel'in yanına getirdim. Baktığı yere -karşıya- baktım. Tanrım, buradan neden gitmek istemediklerini anlıyorum. Burası cennet gibiydi. Beyaz binalar vardı. Antik yunanı anımsatıyordu. Yemyeşil ormanla kaplıydı ve insanın içine huzur doluyordu.
Daniel atından inince ben de indim. Onu takip ederken büyük kapının önüne geldik. Beyazlarla örülmüş surlar vardı. Surların üzerinde gözçü ve birkaç okçu bulunuyordu. Kapı açıldı.
İçeriye girdiğimizde bir kalabalık karşıladı bizi. Şaşkınca onlara bakarken ''Lindsay! Tanrım, bu sensin!'' diye bir ses duydum.
Melissa'nın sesiydi. Her yerde tanırdım sesini. Az bağırmamıştı bana bu şekilde. Sağıma döndüm ve kalabalığı itekleyerek geçmeye çalışan Melissa'ya gördüm. Değişmişti. Saçları daha açık bir kahverengine dönmüş, teni daha çok beyazlaşmıştı.
Yine de gülümsememi yok etmemeye çalıştım. Kollarını bana doladı. ''Tanrım, senin seçileceğini biliyordum. Sonunda.''
Ben de ona sarılırken gözlerim doldu. ''Seni çok özledim Melissa.''
Sesim çatlamıştı ve her an ağlayabilirdim. ''Ben de seni çok özledim. Hadi gel sana çevreyi gezdireyim.''
Yanıma baktığında Daniel'i gördü. ''Onu ben gezdireceğim Dani. Sen gidebilirsin.''
![](https://img.wattpad.com/cover/30324470-288-k854180.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEMİZ RUH
FantasiYıl 2109... İyi ve kötü savaşta... Her iki taraf da insanları kullanıyor... Zıt olsalar da ortak tek bir yönleri var... Ruhlar...