Remus, sıradan bir ressamdı, on beş yaşındayken trans bir erkek olduğunu fark etmiş, açık kahverengi lüleli saçlarını kısacık kestirmişti, aynı yıl yüzünü boydan boya kaplayan yaralara neden olan trafik kazasıyla tüm ailesini kaybetmişti, o zamandan beri nerede geçinebiliyorsa orada yaşamıştı. Bazen gördüğü güzel kızları, genelde Fransız olmuşlardı, çizerek bazen ise kumarda kazandığı paralarla geçinerek o zamandan bu zamana hayatını sürdürmüştü.
Yeni ülkelere, yeni maceralara atılmayı seviyordu. İsmini ve kendini tanımlarken kullandığı kelimeyi kendini tamamen keşfedene kadar çok sık değiştirmişti, ve yaşadığı şehirlerdeki iğrenç insanlara kendini kabul ettirmek her seferinde zor oluyordu. Bu yüzden yeni ülkelere gittikçe kendini tekrar tanıtabiliyordu, olduğu kişi olarak.
Şimdiyse, bambaşka bir yolculuğa başlayacağından habersiz, yine kumar oynuyordu. Üstündeki beyaz gömleğinin birkaç düğmesini açık bırakmıştı, binder'larından tamamen kurtulmasını sağlayan ameliyatını olduktan sonra yapmayı en çok sevdiği şeylerden biri düğmelerini açık bırakabilmekti. Normalde kaşlarına düşen açık kahverengi saçları, bir şapkayla gizlenmişti. Çenesinde çıkan yumuşak bebek tüylerini hangi kartı kullanması gerektiğini düşünürken farkında olmadan okşadı, ilk çıktıklarında nasıl da mutlu olmuştu...
"Biletleri ortaya koymamalıydın! Baksana, kaybedeceğiz!" Hemen yan tarafındaki adam oyundaki eşine bağırıyordu, oyun başladığından beri hiç yüzünü ifadesiz tutamamıştı zaten. Tutsaydı bile, elleri her şeyi ele veriyordu. Remus hep kumarda insanların yüzünden çok ellerini okuman gerektiğine inanmıştı.
Sıra az önce bağıran adamın eşine geldiğinde adam sinirle kartlarını masaya attı, hatta fırlattı demek daha da doğru olur, kaybetmişlerdi.
Remus burada tanıştığı ve oyunda eşi olan kişiye sırıttı. Eşinin isminin James olduğunu öğrenmişti. James siyahiydi ve kuzgun karası saçları çok dağınıktı, Remus havalı gözükmek için bilerek şekillendirmiş olabileceğini düşündü. Gözlüğü biraz yamuktu, gözleri daima ona güvenebileceğini hissettiriyordu.
Titanik gemisinin beş dakika içinde Amerika'ya doğru yola çıkacağını duyduklarında biletleri ve ortaya koyulan paraları aceleyle bir çantaya doldurdular ve gemiye koştular.
Girdikleri gemi çok büyük, çok gösterişliydi, üzerindeyken sanki gökyüzünde gibi hissediyorlardı, sanki tamamen farklı bir evrene giriş yapmışlardı.
James'le birlikte geminin güvertesinde koşuşturdular, rüzgar yüzlerine çarpıyor, adrenalin damarlarında pompalanıyordu, her şey çok güzeldi. Hiç olmadığı kadar güzel.
Remus geminin en ucuna koştu, hemen yanında James de koşuyordu. Hiç bu kadar özgür hissetmemişti. Kollarını iki yana açtı, rüzgar kıyafetini hafifçe havalandırıyor, saçlarını dağıtıyordu.
"Bak! Bak bir balık!" Remus, okyanustan geçmekte olan kocaman bir balığı James'e gösterdi, heyecandan bağırıyor, sesi çatlıyordu.
Sonrasında zıpladı ve zıpladı, zincire tutunuyordu, tüm deniz sanki ayaklarının altındaydı.
"Ben bu dünyanın kralıyım!" Olabildiğince yüksek sesle bağırdı, böyle yüksek sesle konuşmak boğazını acıtmıştı ama umursamıyordu. Hayat çok güzeldi, okyanus çok güzeldi, rüzgar çok güzeldi, James'le vakit geçirmek çok güzeldi. Keşke hayat hep böyle kalsaydı.
❃
Remus yine güvertede James'le birlikte oturup bir yandan deniz manzarasını izliyor, bir yandan da geyik muhabbeti yapıyorlardı. Konuştukları konunun bir önemi yoktu, ne de olsa birlikte oldukları sürece ikisi de eğlenirdi.
Rüzgar, Remus'un saçlarını dalgalandırıyordu, okyanusa bakmak içinden tüm sıkıntılarını alıp götürüyordu. Mavinin koyuluğu resimleri için ilham veriyordu, zihni onlarca, yüzlerce fikirle dolup taşıyordu.
Yanlarına biri geldi, kendini tanıtıp muhabbete dahil oldu. Remus, uzun süre okyanustan başını kaldırmadı, sonra gelen kişiyle göz teması kurmak için yukarı baktığında, konuştuğu kişinin arkasında hayatı boyunca gördüğü en güzel manzaraya şahit oldu.
Omuzlarına gelen siyah, uzun saçlı biri, okyanusu izliyordu. Üstündeki siyah takım elbise çok şıktı, üst sınıftan biri olduğu her halinden belli oluyordu.
Remus saatlerce onu izleyebilirdi, yapılmış en güzel resimden daha güzeldi, en anlamlı şiirler onun yanında anlamsız kalırdı. Remus, saatler boyunca bu güzel kişiye bakacaktı.
En azından öyle planlamıştı, ama işler hiç planladığı gibi gitmedi.
Adamın yanına kızıl saçlı, en az onun giydiği kadar şık bir elbise giymiş, kulaklarında kirazlı uzun bir küpe olan, uzun boylu bir kız yanına geldi.
Küpeleri, kızıl saçlarının içinden parlıyordu, kirazın sapı safirdenmiş gibi duruyordu, bir küpenin bile bu kadar pahalı olmasına gerçekten gerek var mıydı ki?
Kız, Sirius'u başka bir tarafa götürdü, Remus nereye olduğunu görememişti.
Remus iç çekti. Ne zaman hayat onun yüzüne gülmüştü ki?
❃
Saat gece yarısına geliyordu ve Remus çok sıkılıyordu. Gemide bir yürüyüş yapmaya karar verdi, belki ferah hava içini açardı.
Güvertede her zamanki yerine doğru yürümeye başladı, son yirmi dört saatte oraya o kadar sık gitmişti ki kendi eviymiş gibi hissettiriyordu.
Yaklaştıkça, yerinde başka birinin durduğunu fark etti. Demirlere tutunan, atlamaya hazırlanan biri. Biraz daha yaklaştığında, sabah görüp sırılsıklam aşık olduğu kişiydi demirlerdeki. Yapılı saçları rüzgarda dalgalanıyor, elleri titriyordu.
"Hey! Bekle! Sakin ol!" Ne demesi gerektiğini çok bilmiyordu, ama demirlere tutunan kişinin ona dönmesini sağlamıştı. Atlamadan da durdurabileceğine emindi.
Kendini tanıtırsa daha çok güvenini kazanabileceğini düşündü. "Ben Remus Lupin." Seçtiği ismiyle kendini tanıtmak büyük bir zevkti, Remus'un içini mutlulukla dolduruyordu.
"Sirius Black." Geminin güvertesine gelmek için ayağını demirlere attı, ama ayakkabıları çok kaygandı ve Remus refleksleriyle hareket edip anında tutmuş olmasa, çoktan denizin dibini boylamış olacaktı.
"Sakin ol, tuttum seni." Remus gülümsedi. Gülümsemesinin Sirius'u etkileyeceğini umuyordu.
"Tamam, şimdi çek beni!" Zengin olduğu için emir vermeye alışık olmalıydı, ama Remus göz devirmemek için kendini zor durdurdu.
Sıkıca tutup kendine doğru çekti, Sirius çok ağırdı ve birkaç kez neredeyse düşüyordu. Ama sonunda Remus geminin içine çekmeyi başardı.
Sirius gemiye girdiğinde ikisi de dengesini kaybetti, göz açıp kapayıncaya kadar Remus yerdeydi, Sirius da onun üstüne düşmüştü.
Remus ilk defa onu bu kadar yakından görüyordu, Sirius'un gözleri griydi ve Remus bundan sonraki her gün yatmadan önce bu gözleri düşüneceğini biliyordu. Hava çok karanlıktı ve fazla bir şey göremiyordu, ama Sirius yakından da uzaktan göründüğü kadar yakışıklıydı.
![](https://img.wattpad.com/cover/240387195-288-k641093.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my heart will go on [wolfstar]
FanfictionWolfstar Titanic Au. Sirius, Remus'un boynuna doğru yaklaştı ve fısıldadı. "Beni Fransız kızları çizdiğin gibi çizmeni istiyorum." Remus, nefesinin sıcaklığını boynunda hissediyordu. Sirius, kolyeyi, Okyanus'un kalbini Remus'un elinden aldı. "Bun...