kendimi, kendime sığdırdım
*
1971 yıllarının başları. günlerden bir gün. öğlene doğru.
küçük evlerin bulunduğu, herkesin birbiriyle dost olduğu işlek bir sokağın başında biri beliriyor.
üstünde beyaz gömleği, koyu kahverengi pantolonu ve üstünde açık kahverengi paltosuyla etrafa bakınıyor. eline bir adres tutuşturulmuş, orası da burayı gösteriyor. saatler boyunca otobüslerde cefa çektiği ve uykusuz kaldığı için gözlerini hafifçe kırpıştırıyor.
güneş tam tepesinde onu selamlarken gözüne birini kestiriyor ve oraya yürümeye başlıyor.
sakin adımlarla hedefine ulaşıyor. bir ayakkabı boyacısının önünde duruyor. kafasını içeri uzatıyor. içeride altmışlarının sonunda bir adam oturuyor. elinde ki gazeteye bakarken burnundan düştü düşecek olan gözlüğü düzeltirken adamla göz göz geliyorlar.
yaşlı adamın önce kaşları çatılıyor. ardından hemen elinde ki gazeteyi kenara bırakıyor. yüzüne samimi bir gülümseme konudurup misafirperver tavırla dışarıda ki iskemleleri gösterip, "buyurmaz mısın?" diye soruyor. adam hayır demek istiyor ama yorgunluktan daha fazla ayakta duramayacağını bildiği için kafa sallayıp dışarıda ki iskemlelerden birine oturuyor. yaşlı adam hemen iki tane çay söyleyip adamın tam karşısına oturuyor. bir süre ikisi de konuşmuyor. çaylar bir kaç dakika sonra geldiğinde yaşlı adam en sonunda sohbeti açıyor.
"benim adım Nazım, senin adın nedir?"
adam çayından bir yudum alıyor.
"Cemil."
yaşlı adam kafasını sallıyor. etrafına bakınıyor. masaya yeniden bir sessizlik çöküyor. ne yaşlı adam bir şey söylüyor ne de adam.
adam etrafı iyice gözlemleyip ezberlerledikten sonra yaşlı adamı inceliyor. küçükken hep merak ve telaşın içinde kuvrulmuştu. annesi hep telaşından söz ederdi. 'sen nefes alırken bile telaşlıydın' derdi. bu telaşı hep bir şeyler kaçırdığına emin olduğu içindi.
şimdi de aynı duygular içerisindeydi.
"Ben Cemil Gür. Gazeteciyim. Buraya da duyduğum bir olayın detaylarını öğrenmek için geldim."
yaşlı adam bir süre sadece adama baktı. ardından da çayından bir yudum alıyor ve gözlüklerini çıkarıyor.
"söyle bakalım hangi olaymış bu?" diyor yaşlı adam. adam şaşırıyor. 'bu kadar mı yani?' diyor. buraya gelmeden önce bir çok sahne canlanmıştı zihninde. yine buraya gelecek, soruyu soracak ama karşısında ki adam ona bağırıp çağıracak ve bir şey anlatmadan onu kovacaktı. evet, evet böyle olacaktı. ama şuanda yaşanılan sahneyi hiç hayal etmemişti.
sesli bir şekilde yutkundu. ardından şaşkın şaşkın cevap verdi.
"frezya satan küçük kız'ın hikayesini."
yaşlı adam duyduğuna şaşırmıyor. tam tersi gür bir kahkaha atıyor. samimiyetten uzak bir kahkaha bu. kahkahası bittiği an ciddi bir ifadeyle adama dönüyor ve, "hayır." diyor ve ayağa kalkıyor. adam tam o an yorgunluğunu unutuyor ve o da hızla ayağa kalkıp yaşlı adamın kolunu durduracak şekilde ama sıkmadan tutuyor. bu hikayeyi bu admdan dinlemesi lazım, çünkü bu hikayeyi ondan başka kimse bilmiyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sokak-sızlar
Historia Cortaküçük kız'ın derdini anlatacak bir dili yoktu fakat frezyaları vardı. tek bölümlük - tamamlandı