Ben Lyra Gabriella Green. Paris'in en iyi arkadaşı. Bende onun gibi 17 yaşındayım; aramızda üç temel fark var. Birincisi o prenses bense değilim ikincisi aramızda neşeli ve düşünmeden hareket eden sürekli macera peşinde koşan benim oysa sakin düşünceli ve dikkatli. Eğer olmasaydı büyük ihtimalle şimdiye 10 15 kere ölürdüm. Ama ne yapacaksınız huylu huyundan vazgeçmiyo. Aramızdaki üçüncü farksa...son bir hafta içinde oluştu. Bir hafta önceye kadar hersey gayet güzeldi. Aynı iki genç kız gibi boş boş oturuyor dedikodu yapıyor ve tabi ki bizim evden mahallenin yakışıklılarını izliyorduk. Aslında o zaten prensesti ama elvinde -yaşadığımız dünyada- işler böyle yürür. Tüm küçük krallıklarin bağlı olduğu büyük bir krallık vardır. Ve tüm çıkarcı kral ve prensesler bir şekilde bu saraya girmenin hayalini kurar. Eh tabi her hikayede olduğu gibi bizim kötü adamımızda Paris'in babasıydı. Annemin ölümünün üzerinden 1 yıl geçmişti ve herşeyi atlattığımızı artık mutlu olacağımızı düşünüyorduk. Ama nedense hiç kimseyi beğenmeyen gıcık prens Paris' i beğenmişti. Gerçi ben erkek olsam bende beğenirdim ama...konumuz bu değil sonuç olarak babası tabi ki bu fırsatı kaçırmadı. Apar topar bizi bu pislik prensin ülkesine yolladı...işte şimdi burdayız. Bu lanet yerde.
Ve buranın en sevmediğim yönlerinden biri de sabahın köründe kalkmak zorunda olmam. Ama bugün Paris'in yanında olmalıyım bu yüzden yatağımla aramızdaki vedalaşmayı kısa tutup tepinerek yataktan kalktım. Paris onca şey arasında beni de düşünüp bana da bir kıyafet diktirmişti. Kalktım ve uykumu açmak için sıcacık bir suyun aktığı banyoya girdim. Bu teknolojiye bayılıyorum. Eminim daha çoğu ırk daha bunu keşfedememiştir. Neyse ki bizim teknolojimiz başka dünyalara gitmeye yetecek kadar ileri.
Banyodan sonra odamdan uzakta görünen ormanın göz alıcı rengi kadar güzel yeşil elbisemi giydim ve saçlarımı kuruttum ve hafif dalgalı bir şekil verdim. Ve bu göğüs dekoltesine yakışacak etkileyici bordo bir ruj sürdüm. İşte hazırım. Harika oldumm. Artık gidebilirim. Ama sonra nereye gideceğimi hatirladim...yine. Yüzümdeki aptal aptal gülümseyen kız yine yerini sürekli Paris'i korumayı düşünen, onu kendinden bile daha çok önemseyen kız geldi. Ne diyeceğimi onu nasıl teselli edeceğimi bilmiyordum ama bildiğim bişey varsa o da güçlü olmam gerektiğiydi. Bu yüzden yanaklarımı çimdikledim ve biraz renk gelmesini sağladım sonra derin bir nefes alıp labirent gibi sarayda asıl halini kaybettiğim dostumu aramaya başladım.
***
Çıktığımda kendimi çok kötü hissediyordum. Ama pardon kendimi kötü hissedebilmem için ilk önce kendimi hissetmem lağzım ama benim heryerim uyuşmuş gibiydi. Onun için yapabileceğim hiç bir şey yoktu elimde. Şimdi ne bulutlar ne de gökkuşağı vardı yanımızda. Bomboş hissediyordum. Dışlanmış gibi. Artık ne o renkli gökyüzü ne de saf ruhlarımız bizi istemiyordu. Gözümden akan yaşa aldırmadan salona girdim ve davetlilerin pek olmadığı bir yeri gözüme kestirdim. Tam oturacağım sırada birinin çarpmasıyla geriye doğru sendeledim ve düşmek üzere olduğumda belimden yakaladı. Nefesim kesilmiş ona bakıyordum. Beni yavaşca kaldırdı ve saçlarını düzeltti. Hala ona şaşkın şaşkın bakıyordum çünkü ilk defa bi erkekle bu kadar yakın olmuştum. "Şey...ben özür dilerim yanlışlıkla oldu." "....Yo...önemli değil." Daha dikkatli baktığımda beyaz gömleğindeki kırmızı lekeyi gördüm. Aniden aklıma kötü düşünceler geldi ama birşeyin döküldüğü belliydi. Ben hala gömleğe bakıp fikir üretirken oda baktı ve güldü. "Hizmetçilerden biri çarptı da içkilerde gömleğimle sarıldılar. " Bu sözüne karşın bende kendimi tutamayıp güldüm. Başka biri olsa çok kızardı diye düşünüyorum ama onun bu pozitif hali beni de rahatlatmıştı. "Ee şey oturucaktın sanırım? " Gülmesi çok hoştu ve yanda çıkan gamzeside şirinlik katıyordu sanki. Zaten gamzeleri olmasa da simsiyah saçları ve elbisemden bile daha parlak yeşil gözleriyle beni bayıltabilirdi. Biraz daha bakmak için bir teklifte bulunmak aklıma geldi. "Evet öyle yapacaktım ama isterseniz sizde benimle oturabilirsiniz." Bu cümleyi asla kurabilmeyi düşünmezdim. Bi erkeğe benimle oturmasını teklif etmiştim. Bana şaşkın ama gülümseyerek baktı ve kafasını salladı. "Evet...evet çok isterim sağol. " Bu cevabı aldığım için mutlu olmuştum çünkü eğer negatif bir cevap alsaydım gerçekten utancımdan yerin dibine girerdim. Birden kafamı dağıtan şey sandalyemi çekip belimden itmesi oldu. Artık daha fazla kızarmamaya söz vermişken buda neydi şimdi?
Oturduğumuzda önce kendimizden bahsettik adı Adrian'dı -ne çekici bir isim aynı kendisi gibi diye düşündüm-. Ama asıl önemli nokta kralın yeğeni prensin de kuzeni olmasıydı. Bunu o kadar soğuklukla söylemişti ki aslında normal biri olmak istediği anlaşılıyordu. Bunun nedenini de hemen sonrasında söyledi. Ailesi burada çıkan saçma bir isyanda ölmüştü. Ve onlar öldükten sonra insan ırkının yaşadığı dünyaya gidip orada yaşamaya başlamıştı. İlginç bir seçimdi ama orayı bende çok merak ediyorudum. Bizim gibi krallıkları olmadıklarını söylüyorlar ama gerçek veya yalan olduğunu kendim öğrenmek için Adrian'a sormadım. Aslında rezil olmak istemiyordum belki de bu yüzden sormamışımdır.
***
Gece boyu kızarmama sözüme sadık kalamadım ve dediği hemen hemen herşeyde kızardım çünkü çoğunda beni övmüştü. Fakat dikkatimi hep ona verememiştim. Her iki kelimesinde bir gözüm Paris'e takılmıştı. O kadar üzgün ve umutsuz duruyordu ki yanına gitsem büyük ihtimalle ağlardı. Bu yüzden gitmedim onun yerine onu uzaktan izledim ve diğer davetlilere nazikçe gülümserken biraz olsun yaşadıklarını unuttuğunu düşündüm. Ve zaten sonra o -pislik,aptal,salak,sapık- prens onu kucağına alıp götürdü giderken birbirmize baktık ve gülümsedik. İşte bu onun en sevdiğim özelliğiydi ne yaşarsa yaşasın beni üzmemek için hiç bişey demeyecek kadar fedakardı Ama ben anlardım o da anladığımı anlardı ve birbirmizi bir şekilde teselli etmenin bir yolunu bulurduk.
Onlar gittikten sonra Adrian'a geri döndüm. O da arkalarından bakmıştı. Eminim o bile kuzeninin ne kadar pislik olduğunu bildiginden Paris'e acımıştır. O da şaşkınlığı atlattıktan sonra ikimiz hiç bişey olmamış gibi bakışmaya devam ettik. Ben diyecek birşey düşünürken elime bir cep kitabı tutuşturdu. Ama bu biraz garip bir şeydi. İçinde hiç görmediğim yerlerin fotoğrafları ve onların nereler olduğunu anlatan kısa kısa bilgiler vardı. Bazı yerlere şakalar yazmıştı ve incelerken gülmüştüm. Ama bu yinede şaşkınlığımı gidermeme yeterli değildi. "Ben...şey çok şaşkınım affedin." Dudakları kıvrılıp yana kaydı. "Asıl ben özür dilerim çok ani oldu...bi gün bizim oraya gelirseniz gezdiririm sizi :)" Dediklerini duyunca gülümsedim. Bu dediği şey asla olamazdı çünkü dünyalar arası geçişi kullanmak icin kral soyundan birinin kanı gerekiyordu. Belki prensi öldürebilirdim ama bu riske değmezdi. "Şey tabii neden olmasın :)....Ama sanırım artık gitmeliyim. Siz hemen mi gidiceksiniz?" Üzgünce kafasını salladı. Gidicek olmasına üzülmüştüm çünkü kanım ısınmıştı. Benim şu an da kararmış renkli tarafım gibiydi ve içimi yumuşatmıştı. Ama her güzel şey gibi bununda bi sonu vardı ve erken gelmişti. Bir gökkuşağı serüveninin daha sonuna geldik. "Üzüldüm gerçekten...bidaha gelmenizi bekleyeceğim ozaman. " Oda tıpkı benim gibi buruk bir gülümsemeyle bana baktı. "Sizi de beklerim prenses. " Bana prenses demesi garip ama güzel hissettirmişti. Son kez baktım ve kitabı iki elimle göğsüme bastırıp kalkmıştım. Odaya gelene kadar yaşadığımız her şeyi unutmuş yine içimi karanlıklar doldurmuştu. Kanatlarımızı koparıp renklerimizi emmişlerdi. Hele de Paris için... Bir kez de kapıya çarptığımda anlımı ovuşturarak odın kapsına sinirlice baktım. Daha sonra sinirlice açıp içeri girdim. Şu an yağmurun ardından çıkan gökkuşağına sarılıp uyumak istiyordum. Çökmüş, tamamen bitik hissediyordum. Belki de bundan sonra hep böyle olacaktı...Bize gökkuşağı hiç acımayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökkuşağının Kızları
Fantasy"Çabuk hazırlan gidiyoruz." dedi her zamanki emir verici sesiyle. Yüzüne boş boş baktım.Aslında neden,nereye gibi bir sürü soru sorardım ama dün geceden sonra sesini bile duymak istemiyordum o yüzden sadece "Her nereye gidiyosak Lyra'yı almadan bi a...