Saat altı buçuğu gösterirken ister istemez içime bir burukluk girdi. Normalde her sene de aynı saatlerde gelirdim ve asla aksatmazdım. Annem ve babamın resmini gördüğümde otomatik olarak durdum. Ellerimdeki küçük papatyaları küllerinin yanına koydum ve karşılarına oturdum. Sanki burdaymışlar gibi konuşmaya başladım.
"Anne, nasılsın bu aralar? Orası güzel mi? Gerçi babam da yanında güzel olmasa ne yazar hep güldürür seni maceraları ile.."
Gözlerimin yanması ve boğazımdaki yumru duraksamama neden olsa da konuşmaya devam ettim.
"Yok bir şey anne sana şarkı söyleyeyim derken polisler kovalamaya başladı, onlardan kaçarken bileğimi birazcık incittim. Sadece bu."
Baş parmağımla işaret parmağımın arasında çok az aralık bırakarak fotoğrafa sanki görebileceklermiş gibi yaklaştırdım.
İster istemez annemin yüzünü buruşturdunu hayal edince alayla gülümsedim.
"Aynı babam gibiyim dimi? İnatçı, atılgan ama ona râmen çetinceviz" annemin trip atarak 'Sen zaten hep babana çek zaten' der halleri gözümün önüne gelence gülümseyerek babamın oldu fotoğrafa baktım.
"Ee baba nasılım sence? Bak yarım bıraktın maceraları tamamlıyorum " babamın yanındaki eski foroğrafları alıp yeni seyehat fotoğraflarını koydum. Bu sefer ikisinin de ortasına oturup konuşmaya başladım.
"Bu aralar morelim bozulmaya başladı galiba insan yalnız kalınca çok düşünüyor ve kendi içinde de yalnızlaşıyor." Gözlerim yanmaya başlayınca dudaklarımı biribirene bastırdım ve elimi yelpaze yaparak kendime gelmeye çalıştım.
"Biliyorum, biliyorum... güzel her şey zorluk çeker mücevherler toprağın altında günlerce yıllarca kalır. Kuşlar hayata gelmek için yumurtalarını çatlatır Çiçekler toprağın altında kökleşip güzel çiçeklere dönüşür... " yutkundum kelimelerimi yutuyordum ama içimi dökmem lazımdı.
"Ama mücevherleri biz değer vermesek ne önemi kalır o taş parçalarının? En değerli taşların bile kaldırım taşından farkı kalmaz. Peki ya kuşlar hangi kuş sıcak bir yuva olmadan yumurtanın içinde can bulur? Ya da çiçekler yeterince güneş ve su olmadan çiçek açar mı? Hepsi ilgi görmeden bir hiç olur gider."
Gözlerimi sakinleşmek için kapattım, derin nefes aldım ve gözyaşlarımı parmaklarımla sildim. Daha fazla ağlayıp akılları ben de kalsın istemiyordum.
"Çok çirkin ağlıyorum dimi? Annem yüzünden tenim her şeyde kızarıp sararıyor. Bu da yetmezmiş gibi kir gibi duran çilleri eklemiş. İnsan zümrüt yeşili gözlerini verir hep çirkin olan şeyleri vermiş bana. Güzelliklerini kendine saklamış cimri kadın!" burnumu peçete ile sildim ve son durumları vermek için kendimi düzelttim.
"Bir de yetmezmiş Jungkookla aynı üniversiteyi kazanmamız yok mu? Geçen gün geldi baş belası." tekrar kafamı babamin fotoğrafına çevirdim "Tamam biliyorum ben de baş belasıyım ama kimsenin duyguları ile oynamıyorum"
"Bir gün 'Jeon Jungkook'un aldattığı sevgilileri' diye grup kurulacak ve bu grup Jungkook'u kaçıracak diye korkuyorum" bu sefer ağlamaktan kızaran gözlerim ve burnuma rağmen hafif bir gülümsedim.
Kendi kendime konuşuyordum ama onlar sanki yanımdaymış gibi his etmek iyi geliyordu. Bir kaç dakika daha aileme sanki burdalarmış gibi son olayları anlatırken gözüm yine saate gitti. Saatin sekize beş kala oldunu görünce isteksizce mırıldandım.
"O zaman annecim babacım en yakın zamanda tekrar gelicem görüşürüz." gitar çantamı sırtıma geçirip en yakın otobüs durağında beklemeye başladım otobüs bir türlü gelmedi için eve pertim çıkmış şekilde geldim.
Anahtarı deliğine usulca sokup kapıyı yavaş olmaya çalışarak açtım. Ayakkabılarımı çıkartıp aynı sesizlikle kapattım ve odama gitmek için salona adım atacaktım ki salon ışıkları açıldı.
"Richelle , saatten haberin var mı?"
Evet, kendini abim sanan ama benden iki yaş küçük olan kuzenime yakalanmıştım.
"Sana da merhaba Jungkook. Sorduğun için teşekkürler oldukça iyiyim. Sen nasılsın?" dedikten sonra en yakın koltuğa kendimi attım. Jungkook'da tam önündeki koltuğa oturduktan sonra yüzüme bakarak konuşmaya başladı.
"Richelle saat dokuz farkında mısın? Aramalarıma da cevap vermedin."
Gitar çantamı omzumdan çıkarırken konuştum. "Bugün annemin ölüm yıl dönümü. Her zaman yaptığım şeyleri yaptım işte."
Jungkook ellerini birbirine kenetledikten sonra beni baştan aşağı süzdü, gözleri bileğimi bulduğunda ise konuştu. "Ayak bileğin şişmiş, yine ne yaptın?" Acısını unuttuğum bileğime baktım. İlk yardımda iyi olduğum için şişlik inmişti.
Gözlerimi bileğimden Jungkook'un tavşan suratına götürdüm ve masumca sırıttım. Bu kadar dramatik bir günün ardından tavşanımla uğraşmak iyi gelirdi bana. "En kötü ne yapmış olabilirim sence?" dedikden sonra yastığımı kucağıma aldım ve ona eğildim.
Jungkook sağ ve sola tarafına bir şeyi kontural ediyormuş gibi baktı, sonra yüzüme büyük bir ciddiyetle dikdik bakarak "Rechelle, şu tazecik körpeçik yaşımda mafya babaları ile uğraşamam ben tamam mı? Ya seni kaçırıp fidye isteseler? Gerçi sivri dilinle konuşursan adamlar seni geri getirir." dediğinde kahkaha patlatmıştım.
"Aynen haklısın. Senin eski sevgililerinle de ben uğraşamam. Geçen pazartesi biri beni yeni sevgilin sanıp dövmeye kalktı. Olan biliyorsun ki sebzelere oldu. İşin komik tarafı benim gibi biri nasıl sana bakar ha?" diyerek kendimi baştan aşağı gösterdim.
Jungkook biraz kıkırdadıktan sonra konuştu "Bunu ben diye başka adamın poposunu pohpohlayan biri mi diyor?"
Jungkook'un lise sonda yaşadığım utanç verici anıyı hatırlatması ile yastığı kafasına attım. "Arkadan çok benziyordunuz aynı gün aynı kombini giyince de pohpohladım işte."
Utandığımı anladığı için alaycı bir ses tonuyla konuşmaya devam ediyordu. "Peki ya aynı lisede okumamıza ne demeliydi? Her gün o adamdan saklanıyordun. Neyseki lisenin son senesindeydin şanslı kız seni." dedi ve yastığı geri bana attı.
Gözlerimi devirdim ve bana attığı yastığı havada yakaladım.
"Şanslı olsam o adamla tanışmazdım. Beni çıkışta gördüğünde kaç saat kovaladı hatırlıyor musun?"
Tamam artık gülebilirim çünkü bu çok komikti.
Jungkook yerde kıvranarak gülerken "Evet, sebzelikler adamın üstüne düşmüştü." Birden ciddileşti. "Hadi, sen bana bileğinin neden burkulduğunu söyle. Beni lafa tutup unutturmaya çalışıyorsun ama unutmam!"
"Ya biliyorsun, bugün annemin ölüm yıl dönümü. Ondan annemin Seul'de en sevdiği nehre gittim. Orada şarkı söylüyordum ve yine polislerle kovalamaca oynadık. Başlarım yasal işlerine. Gitsinler suçluları kovalasınlar, benim suçum ne? Sadece şarkı söyledim millet de beğendiği için para atıyor. Umarım onlarda benim gibi bir duruma düşer!"
Son kelimeyi yastığı parçalarcasına yere atarken söylediğimden olsa gerek Jungkook yerinden sıçramıştı.
"Neyse işte ben de kaçtım tabi,dere tepe düz git-"
"Sonuca gel Rechelle, çocukmuşum gibi masal anlatma."
"Ha evet. Sen çocuk değilsin bebeksin!"
"Rec-" Jungkook bağırdığı için onu elimle susturdum.
"Şşt ev sahibi duyacak, zaten öğrenciyiz. Ne ev arayıp ekstira bir masrafta çıkarcak bütçemiz var ,ne de teyze ve amcalarla uyraşacak zzamaımız. "
Jungkook gözlerini kısıp elimi ağzımdan çekti "Tamam ben yatıyorum sana iyi geceler."
Jungkook en şirin halimle bakarak üstünden kalktım "Ay evet ben de çok yorgunum iyi geceler." Hiç düşünmeden odama gidip yataga yattım gibi uyudum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Moon & Sea
Fanfiction"Senden küçücük bir iyilik isteyeceğim. Pencereden atlamama yardım eder misin?"