Ruhum hezimete uğramışken tek kurtuluşum O'ydu.
Derinlerden gelen seslere kulak verirken burnuma dolan o iğrenç kokuyla yüzümü buruşturdum ya da öyle sanıyordum. Bedenim ruhumu dinlemiyordu. Ne kadar hareket etmeye çalışsam da sanki dört bir yanımdan duvarlar baskı yaparak haraket etmemi engelliyordu. Kafamda sürekli dııt dııt diye sesler oradan oraya zıplıyordu. Bir süre sonra pes edip sadece seslere odaklanmaya başladım. O dıt sesini ve kokuyu daha iyi idrak ettiğimde bir hastane odasında olduğumu anladım.
Daha ne kadar daha bekledim bilmiyorum ama parmaklarımda bir karıncalanma hissettim. Sanırım uyanmaya hazırdım. Ama ben uyanmak istemiyordum. Hissetmek istemiyordum. Sadece huzur istiyordum. Ölümü istiyordum. Yaşadıklarımdan sonra ölüm benim için bir lütuftu. Peki annem ve kardeşim? Eminim şuanda harap olmuşlardır.
Hazır olduğum zaman gözlerimi açmak için büyük çaba sarfettim. Her ne kadar annemin ve kardeşimin o üzüntüden çökmüş yüzlerini görmek istemesem de uyanmam gerektiğini biliyordum. Gözlerimi açtığımda ışıktan dolayı rahatsız olsam da kısa sürede alıştım. Etrafıma baktığımda klasik bir hastane odası bekliyordum. Bu kadar büyük, lüks bir şekilde dizayn edilmiş oda değil. Vücudumu hareket ettirmekte zorlansam da başımı çevirerek etrafı daha iyi incelemeye koyuldum. Burası özel bir hastane olmalıydı. Kafamda kocaman bir soru işareti oluşmuştu. Bizim böyle bir yerde tedavi görecek ne sigortamız vardı ne de paramız. Kapının açılma sesiyle başımı penreden alıp diğer tarafa, kapıya doğru çevirdim. Oldukça özenle taranmış saçları olan genç ve esmer bir doktor bana doğru gülümseyerek geliyordu.
"Merhaba. Ben Selim Vurmaz. Senin doktorunum. Şuanda büyük bir travma geçiriyorsun ama beraber bunun üstesinden geleceğimize inanıyorum. Öncelikle izin verirsen kontrollerini yapmalıyım." O kadar nazik konuşuyordu ki sadece kafamı sallamakla yetinebilmiştim. Doktor Selim Bey elinde bir ışıkla önce gözlerimi kontrol edip kolumda bulunan çizilere gözattı. Eliyle ayak bileğimi hafifçe oynattığında acıyla ağzımdan çıkan o ufak iniltiyi durduramamıştım.
"Ayak bileğin çok kötü incinmiş. Uzun süre üstüne basmamalısın." Yine hafifçe başımı sallayıp doktorun söylediklerini onaylarken kapıyı hafifçe tıklatarak içeriye elinde bir dosyayla hemşire girdi.
"Efendim hasta hakkında elimizde hiçbir bilgi bulunmamakta. Hastamızı getiren bey de birşey bilmiyor."
"Tamam hemşire hanım. Ben hallederim." Hemşire doktoru başıyla onaylayıp dosyayı Selim Bey'e verdi ve geri gitti.
"Evet küçük hanım. Duyduğunuz gibi hakkınızda hiçbir şey bilmiyoruz. Lütfen adını, soyadını ve ailene ulaşabileceğimiz bir iletişim bilgisi verir misin?" Demek annem benim hastanede olduğumu bilmiyordu. Eve geldiğinde beni bulamayınca çok endişelenmiş olmalı.
"Adım Talya. Talya Kılıç." Adımı söylerken kurumuş boğazımın acısını dindirmek için seslice yutkunup doktorun adımı elindeki dosyaya not almasını izledim.
"Ailen?"
"Onlara haber verilmesini istemiyorum. Lütfen. Beni buraya kim getirdi?"
"Seni anlıyorum Talya ama bu ciddi bir şey. Ailenin haberi olması gerekir. Seni getiren kişi şuanda dışarda bekliyor olması lazım."
"Hayır haber vermenizi istemiyorum. Onlara bu utancı yaşatamam. Haberleri olması gerekmez. Ben gitmek istiyorum. " Birden yaşadığım enerji patlamasıyla bir yandan bağırıp bir yandan kolumdaki iğneleri çıkarmaya çalışırken doktorun müdahalesiyle karşılaştım. Beni anlamıyorlardı. Ben artık onların yüzüne bakamazdım. Haberleri olaması gerekmezdi. Ben çırpınırken az önce gelen hemşire hızlıca içeri girdi ve iğne yaptı. Çırpınışlarım yavaşlarken bedenim yenilgiye uğrayıp gözlerim yavaş yavaş kapanırken ruhum uykuyu kucakladı.
Gözlerimi açtığımda bu sefer ışığa alışmam sorun olamamıştı. Çünkü içeriyi yalnızca pencereden süzülen ay ışığı aydınlatıyordu. Üstümdeki sersemliği atmak için başımı sağa sola sallarken duvarın dibindeki koltuktaki silüeti görmemle kendimi olabildiğince ondandan uzağa çekmem bir oldu. Zorda olsa oturur pozisyona geçerken hala o kişinin yüzünü görememenin sıkıntısındaydım. Kimdi ki? Beni getiren kişi miydi? Yoksa o alçak mıydı? İkinci seçeneğin verdiği dehşetle ne yapacağımı bilemezken silüetin hareket etmesiyle yatakta olabildiğince büzüldüm.
"Uyanmışsın." Çıkan erkeksi sesle afallarken onun Emre olmamasının verdiği rahatlıkla derin bir nefes aldım.
"Adın Talya'ymış. Öyle dedi doktor. Seni buraya getiren benim. Ne o benden korkuyor musun?" Son söylediğini sanki alay edermişçesine söylediğinde küstah diye düşündüm. Tabi dışarıdan söylemek yemezdi. Yavaş hareketlerle kalkıp kapıya doğru yöneldiğinde bir yandan gittiği için sevinirken bir yandan da Emre belasından dolayı yanımda kalması istiyordum. Tam girişin orada dikildiğinde çıt sesini duymamla gözlerimin ışık yüzünden kör olması bir oldu. Yavaş yavaş gözlerimi kırpıştırırken O'nun yatağımın dibine gelişini görmemiştim. Gözlerimin ışığa alışmasıyla yüzümü yukarı kaldırmamla beynimin en ucra köşelerine dahi kazınan alayla bakan yeşillerle karşılaştım.
"Merhaba. Ben Doruk Tandoğan"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK
ChickLitGözlerimi açmadan önce tek bir şeyi diledim. Huzuru... Sonsuz huzuru. Biliyordum ki bunun tek yolu karanlığın dibini bulmaktı. Ama ben zaten karanlığın dibinde değil miydim? Hayır değildim. Ben cehennemi yaşıyordum. Karanlık bana çok uzaktı. Bir an...