EYKO
Italya.
Venedik'in eşsiz manzarasını izlerken yavaşça yudumladığım sütlü kahvem ve ay çöreğim.
Tam manasıyla hayallerimin şehri.
Çok küçük yaşlarımdan beri yazmaya başladığım hikayelerin gerçekleştiği yer, kraliyet entrikalarının göbeği, dalyan gibi delikanlıların ana vatanı.
Venedik'in nasıl bir yer olduğunu her zaman merak etmiştim.
Google'dan resimlerini açıp, gezi programlarını izlerken Venedik'i gördüğümde kalbimin ortasından bir ok yemişe dönerdim.
12 yaşımdayken yazmaya başladığım romanım Şahmat'ı -hiçbir yayın eviyle anlaşamadığım için bir türlü basılmasını sağlayamamıştım, oysa ki yayınevleri hiçbir edebi değeri olmayan saçma sapan hikayeleri basmaya devam ediyor ve benimkini ise okumaya değer dahi bulmuyordu- yazdığım mekan Venedik'ti.
Ah, Venedik. Göğsümde bir sızı hissettim.
İngiltere.
Asaletin şehri. Kral ve kraliçelerin, mükemmel yapıtların, muhteşem eserlerin şehri İngiltere.
Rusya.
Liseden beri ilgim dolasıyla Rusça dersleri alıyordum. Rusça'yı az çok sökmüş sayılırdım.
Hiç olmazsa oraya gidebilirdim.
Ahhh, delirmek üzereyim.
Kore
Kesinlikle Kore değil.
KESİNLİKLE!
''Seni öldüreceğim''
Yumruğumu sıkıp Çelsi'ye geçirdim.
Çelsi, en yakın arkadaşım.
Bütün bu olaylar olmadan önce farklı şehirlerde yaşıyorduk fakat buna rağmen yıllardır devam eden güçlü bir dostluğumuz vardı. Tam 7 sene. Eğer 7 seneden uzun süren bir dostluğunuz varsa bir daha asla birbirinizden ayrılmayacağınız söylenir. Ama şu an onunla dostluğumuzu bitirmeye bile sıcak bakar vaziyetteydim.
‘’Benim suçum ne be?!’’ dedi gözlerini devirerek. Ah? Birde masummuş gibi suçunun ne olduğunu mu soruyordu, onu hemen şuracıkta, hava limanının içinde boğabilirdim.
‘’Herkes bize bakıyor biraz sakin olur musun?’’ dedi bavulunu sürüklerken.
‘’İTALYAYA GİDEBİLİRDİK SENİ GERİZEKALI! İTALYA!’’
Bütün çekiklerin ve turistlerin bize dönüp baktığını görmüştüm, yanaklarım kızarmıştı. Belki de hayatımda birine ilk defa bu denli kızıyordum. Normalde de sinirli bir insan olmama rağmen ilk defa kızgınlığı bu denli yoğun hissetmiştim.
Çelsi ben bağırırken korkup yerinden sıçrasa da belli etmemeye ve soğukkanlılığını korumaya çalıştı.
‘’Ama şimdi buradayız, bu konuda yapabileceğim bir şey yok değil mi?’’
Doğru. Bu saatten yapılabilecek bir şey, bizi geriye döndürebilecek bir şey yoktu. Hala kızgın olsam da kendimi kontrol etmem gerekliydi. İnsanların bizlere yönelttiği meraklı bakışlardan zaten oldukça rahatsız olmuştum.
‘’Pansiyon nerede?’’ dedim ses tonumu alçaltmaya gayret ederek.
‘’Önce bir şey yesek olmaz mı?’’ dedi Çelsi dudaklarını bükerken. Böyle yaptığında tatlı olmadığını ve hastalıklı bir köpek yavrusuna benzediğini ona bir ara ona söylemeliydim.
‘’Sen zaten her zaman açsın’’ dedim valizimi çıkış kapısına doğru sürüklerken.
‘’Eh, yemek yemek güzeldir. Sen ağzının tadını bilmiyorsun Eyko’’
Dışarıya doğru ilk adımımızı atarken belki de uçağa bindiğimizden beri ikimizde ilk defa aynı anda tebessüm etmiştik.
Tabi dışarıya adımımızı ilk atışımızla beraber tebessümümüz tamamen yüzümüzden silindi.
Siktir.