Ah Kihyun, üzümlü depresyonik kekim...
•
Ben umutsuz vakaydım.
Tüm günüm berbat geçmiş, üstüne üstlük sabrı taşan senaristle kavgaya tutuşmuştum. Benim sabrım ondan daha taşmış olduğu için de çok zor geri alabileceğim laflar sarf etmiştim. Tabi Shownu'nun bu yaptığımdan henüz haberi yoktu.
Tanrım, ben bitmiştim. Ben yok olmuştum.
Kalbim kırık, vücudum yorgun, kariyerim çöküşte ve hava yağmurluydu. Hiçbir zaman çok isteğim olmamıştı. Huzur, mutluluk, iyi bir iş... Herkesin sahip olmak isteyeceği sıradan şeylerdi bunlar. Ama bana onlar bile çoktu, hem de fazlaca hayaldi. Uçurumun eşiğindeydim.
Ve beni kurtarabilecek tek kişi yine bendim.
Yapacak bir şeyim yoktu, eve gitmeden önce Hyunwoo'yu arayıp haber vermeliydim. Zaten işe çok da hevesli olmadığı için fazla kızmamasını umut ediyordum. Bir durağın altına sığınıp telefonumu çıkardım. Ezbere bildiğim numarası ekranda gözüktüğünde kulağıma koyup açmasını bekledim. Açmadı. Bir daha aradım. Yine açmadı. Yağmurun altında ve soğukta aptal gibi tir tir titreyerek onu arıyordum ve açmıyordu.
İş için bile görüşemiyorduk. Ben bir hiçtim. Ve asla yapmam dediğim her şeyi yaptığım gibi, yine yapıyordum.
Durakta oturup hıçkırarak ağlamaya başladım.
Haftalardır üstümde biriken tüm acıyı, yorgunluğu ve üzüntüyü atarcasına ağladım. Neredeyse yarım saat boyunca kesintisiz. Daha da ağlayabilirdim, Changkyun beni çaldırmasaydı.
Telefonu açıp kulağıma yaklaştırdığımda kulağımda kısa süreli sağırlık oluşturacak bir ses yükseldi:
"Sen neredesin aptal adam? Saat kaç haberin var mı? Yağmur deli gibi yağıyor, üstüne şimşek çakıyor ve mesaiye kalsan bile şu an evde olman gerekiyor. Hemen eve gelme-" diye yırtınarak bağırırken burnumu sesli bir şekilde çektiğimi duyunca duraksadı.
"Umarım o burnunu soğukta kaldığın için çekiyorsundur." dedi daha sakin bir sesle.
Yeniden ağlamaya başladım.
"Siktir ya! Neredesin sen? Söyle gelip alayım." dedi hareketlendiğini belli eden sesler çıkarırken. Gözlerimi devirdim.
"Bana abilik taslama küçük. Otur oturduğun yerde geliyorum şimdi. Bi de senin hasta olmanla uğraşamam." deyip ne dediğini dinlemeden kapattım. Darılmayacağını biliyordum ama ciddi olmasam bile ona bu şekilde davranmayı bırakmalıydım. Sevgimi hissettiremiyordum çünkü hepsi tek bir kişiye odaklıydı.
Sevgimi asla hak etmeyen birine.
Eve doğru hızlıca adımlayıp geniş bina kapısından içeri girdiğimde bir titreme geldi. Hızımı kesmeden ikinci kata çıkıp anahtarı aramakla uğraşamayacağımı fark ettiğim için kapıyı çaldım. Anında açıldı ve Kyun beni öküz gücüyle içeri çekti.
"Sen salaksın. Büyüksün ama salaksın. Eminim ki hasta olacaksın ve bana ettiğin tüm lafları sana iğrenç çorbamla birlikte yedireceğim."
Bir yandan üstümdekileri çıkarırken diğer yandan da söylenen arkadaşıma gülümsedim. Uzun süre yaşadığım bu apartman dairesi Changkyun sayesinde ev gibi hissettiriyordu. Buna minnettardım, fazlasıyla. Zaten olmasam Changkyun çoktan kapıda bulurdu kendini.
"Çantamı ve telefonumu alır mısın? Banyoya gireceğim hemen." dedim bitkince. Başını olumlu anlamda sallayıp eşyalarımla birlikte salona adımladı. Ben de koridorun sonundaki odama doğru yol aldım.