Sorular inine gizlice sızan düşman gibidir. Girişini engelleyemezdin ve içten içe yağmalayarak yok ederdi seni sen farkedemeden...
Çok fazla şeyi sevmezdim ve bunlardan biri de kesinlikle sorulardı. Bana yöneltilen, benimle alakalı olan soruları olabildiğince yanıtlamamaya çalışırdım. Çünkü her bir yanıt, etrafınıza ördüğünüz surlara bir darbe daha demekti. İçinizde saklamak istediklerinize ulaşmak isteyen insanlar size sorular yöneltirdi. Cevaplarını da almak için ellerinden geleni yaparlardı.
Benim kitabımda sorular ininize gizlice sızmak isteyen düşmanlardı.
Örneğin küçükken annem ve babam hakkında sorulan soruları sevmezdim. Öğretmen beni ayağa kaldırıp sorularını sorardı. Her sene başında olan klasikleşmiş o sinir bozucu soruları... Ne iş yaptıkları falan filan... Kısaca geçiştirirdim mimar, iş kadını diyerek. Ama öğretmenlerin bana olan davranışlardaki değişimi de her daim fark ederdim. Daha bir iyi, daha bir nazikti davranışları bu küçük bedene karşı.
Aslında onların nazikliği benim parama göreydi. Ama küçüktük işte.
Kirli kalplerin, paraya aç gözlerini göremeyecek kadar beyazdı gözlerimizdeki perde.
Bir gün, yeni taşındığımız yerdeki okula gidince bana yöneltilen soruya bazı konulardan emin olmak için "Babam emekli, annem de fabrikada çalışıyor." demiştim. O günden sonra da öğretmenin davranışlarını gözlemlemiştim. Bana, diğer öğrencilerden daha soğuk davranıyordu ve sorularımı da gelişigüzel cevaplayıp baştan savıyordu. O gün anlamıştım işte paranın saygınlık demek olduğunu. Ve o gün anlamıştım basit gibi gözüken soruların size karşı olan davranışları etkilediğini.
Karakterinde eksiklik olan insanlar, bir kağıt parçasının önünde diz çöküyordu.
Yazık... Çok yazık...
Soruları sevmememin tek sebebi bu değildi. Zihnimin içinde kendime sakladığım sırlarımı deşifre etmek isterdi karşımdakinin dudaklarından çıkan sorular. Büyük bir tehditti benim için. Yeni biriyle tanışınca yönelttiği sorular kişisel alanıma giriyordu ve ben bu yüzden uzak duruyordum sorulardan. Kimsenin içimde gizlediğim sırlarımı öğrenmemesi gerekiyordu.
Ayrıca tek karşı tarafın soruları değildi beni bu denli rahatsız eden.
Kendi zihnimi esiri eden, kendime sorduğum sorular da benim büyük düşmanımdı. Hatta en büyük düşmanım oydu diyebilirdim. Her gün, her saat ve her gece peşimi bırakmayan, bir akbaba gibi etrafımda dönüp dolaşan sorular benim bizzat kendi zihnimden çıkmaydı. Kendi düşünce havuzumda beni yine kendim boğuyordum bir nevi. Elimde değildi ki bu.
Benden saklanan çok fazla sır vardı. Bunu hissedebiliyordum.
Ve tek çözüm de sorularımla başa çıkmayı başarabilmekti.
Zordu lakin başaramazsam...
İşte o zaman o bilinmezlik karadeliğinin midesine inecek leziz bir ruh olacaktım.
Vera'nın beklenti ve merak dolu bakışlarına çevirdim gözlerimi. Yüzünde anlamlandıramadığım bir ifadeyle bana bakıyordu. Neydi bu... Merak? Hayır, daha farklı bir şeydi lakin ben anlayamıyordum bu bakışların gizli anlamını.
Sanırım tahmin ettiğim kadar iyi bir insan sarrafı değildim.
"İyi misin Safir? Sadece bir soru sormuştum. Bu kadar rahatsız edeceğini tahmin edemedim." sesinden çok net anlayabildiğim üzgün tona karşı zoraki da olsa gülümsedim. İçimde nedensizce beni rahatsız eden bir his vardı. Bu hissi yok etmenin tek yolu da sanırım cevaplamaktı bu soruyu. Her ne kadar istemesem de bir şeyler sallayabilirdim sanırım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jüpiter'in Kızı
Science FictionTÜM HAKLARI SAKLIDIR (BÖLÜMLER DÜZENLENMEK ÜZERE YAYINDAN KALDIRILMIŞTIR) Uzay... Tek dostum olan sonsuz gizem... İçinde kaybolduğum, kaybolurken de huzur bulduğum sırların kaynağı. Ama bir gariplik vardı. Hem de kökeni benden önceye uzanan bir gar...