#1 | feeling scared to breathe. ⋆

103 11 34
                                    

''kim yazar yeraltından notları?

mor dudaklı kız mı?

gamsız oğlan mı?

kim yazar yeraltından notları?

sen mi, yoksa geçmişin mi?''



''günaydın, han jisung. gelecek vadeden miniklerin, belki de çok sonradan başarılı yollarda adım adım yürüyeceği ayaklarıyla bastığı güz yapraklarının sesine uyanmak, ne hoştur senin için. fakat sende bir yanlışlık var. bunu sen de, ben de oldukça iyi biliyoruz. söyler misin bana han jisung, insanları kandırmayı bu kadar mı çok seviyorsun? sana değer verenleri incindiğin konusunda endişelendirecek kadar mı seviyorsun ilginin göz odağı olmayı? ve sanıyorum ki bundan öyle büyük bir zevk alıyorsun ki, etrafındaki herkes sana sırtını dönmesine rağmen, herkes, bırak da tekrar edeyim, herkes senden nefret ederken bu çirkin ve cehennemden çıktığı şüphesiz yalanına devam ediyorsun. söyler misin bana han jisung, niçin bu kadar gaddarsın? sevdiklerini, gerçi onları sevdiğini düşünmüyorum ama, ağlarken görmek sana mutluluk mu veriyor? seungmin, onun umursamaz olduğunu sanıyordum fakat senin için ağladığı, lakin senden uzaklaşması gerektiğini bildiğinden koşarak kaçtığı o andan sonra, seni ne kadar umursadığını ben bile hissetmişken, senin kılın bile kıpırdamadı, yanılıyor muyum? çünkü sen, bencil, gamsız, yalancı ve yalancı olduğu kadar bundan zevk alan birisin. sen han jisung, benim de zamanında cennetinden kovulduğum, kibirli, küstah ve merhametsiz tanrının utanacağı ve gördüğünde derhal benim inime yollayacağı bir kulsun. han jisung. kabullenmeyi istesen de istemesen de, sen, bensin. sen, şeytanın oğullarından birisin.''



umutsuzluğun çocuğu, biri onu boğuyormuşçasına, titreyerek yatağından fırladı. lanet kabuslar, içinden geçirdiği, şu iki nefret kusan kelimeydi. aralık ayının başlarında olmalarına rağmen ne sırtına kendini tüm yellerden ve belki de bıçaklardan koruyacak bir hırka, ne de ayaklarına zeminin tüm soğuğunun geçmemesi için bir çorap geçirmişti. öyledir ki, annesi onu görebilecek bir vaziyette olsaydı; meşhur terliğini fırlatma pahasına da olsa giydirirdi umutsuz olana o hırka ve çorabı. annesini düşündü, simsiyah ruhlu. buralarda olsaydı eğer yapabilecekleri iç ısıtan her şeyi ve de ona anlatabileceği dertlerini düşündü.

bu kadar düşünmek yeter, yanındaki komodini çekerek araladı ve karanlıkta ne rengini, ne de şeklini şemalini anlayamayacağını bildiğinden eline geçen ilk çorabı, şeytanının bahsettiği gibi başarılı yollarda yürüyememiş ayaklarına geçirdi. yatmadan önce o günün gecesinde uyanıp uyanamayacağını bilmediği halde yatağının yanına koyduğu terlikleri giyerek, karanlığın huzursuzluğu eşliğinde, evin mutfağa giden koridoruna yöneldi. siyahı sevmezdi. bilirsiniz, bir eşya, kişi, bu durumda renk, size ne ölçüde benziyorsa, ondan o kadar hazzetmezsiniz. o da, öyle benzerdi ki siyaha, hiç hoşlanmazdı ruhunun karasından. fakat öyle ilginç bir mahlukattı ki umutsuzluğun oğlu, ışığı açık olan bir evde saniye durmak istemezdi. siyahı sevmez dedik, neden ışıktan hoşlanmıyor peki? dışarıdan gören biri onun keçileri kaçırmış olduğunu düşünmüştür. eh, şu vaziyette pek de uçarı bir tahmin değildir bu, zira umudun düşmanı çocuk gerçekten keçileri kaçırmış gibi görünüyordur.

camın çıkardığı keskin sesten sonra bardağa doldurduğu nefesi yudumladı. suyun biraz soğuk olmasından mı, yoksa biri onu izliyormuş gibi bir hisse kapıldığından mıdır bilinmez, tüyleri ürpermişti. cam bardağı hızlıca tezgaha koyarak uzun, korku hikayelerinin başrolü olabilecek potansiyele sahip kapkaranlık koridoru geçti. odasına geri döndü, perdeleri kapalı olduğundan sabahın yeni mi ağarmış olduğunu, yahut gecenin en lacivert zamanlarında mı olduğunu bilmiyordu. şarjdaki telefonundan saate baktı, 05:37. normalde kalkması gerekenden çok geç kalktığı için kendine kızdı, hayatını raya sokmaya çalışıyordu fakat bedeni ve miskinliği sanki ruhunun düşmanıymış gibi tam aksine çabalıyordu. yatağına oturup bir süre sevmediği renkli düşüncelerin dünyasına daldı.

#minsung, devil's advocate.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin