Çocukluk

85 4 0
                                    

Karadeniz'in yalçın dağlarında yoksul bir köyde, altı çocuklu bir ailenin en küçük kızı olarak doğdu Gül. Ne araç geçerdi yollarından, ne de elektrik. 80′lerin ortasında tanışmışlardı elektrikle. Okul desen, o da yok. Hani Allah'ın unuttuğu yer derler ya, öyle bir yer... Elektrik geldikten sonra arada uğrayan asker araçlarından başka kimseler gelmiyor. O asker araçlarının gelmesi ise beş yaşındaki Gül için büyük mutluluk. Neden mi? Gül anlatıyor: "Arada gelen askerler bir şeyler yerdi, çöp olarak attıkları gazeteleri alır, okurdum ben de. Hiç okula gitmedim ama çocukken okumayı öğrenmişim. Hatta okula gitme yaşım geldiğinde de babam bunun için göndermemiş beni, zaten okumayı biliyorum diye gerek duymamış. Gerçekten de ağabeyimden, ablamdan daha iyi okurdum. Beş altı yaşlarınday- dım herhalde, belki daha bile küçüktüm. Kendimi bildim bileli okuyorum yani. Askerler geldiğinde o kadar mutlu olurdum ki. Arkalarından dolaşıp o ekmeklerini sardıkları gazetelerini alıp defalarca okurdum, çok seviyordum okumayı."

"Babam Beni Sevmiyordu"

Gül'ün hikâyesi Karadeniz'in iklimi gibi sert mi sert. Önce yoksullukla, sonra sevgisizlikle sınayan bir hikâye bu... Yoksulluk hadi neyse de, sevgisizlik yormuş en çok Gül'ü. O çok sevdiği babası bir günden bir güne başını okşayıp, "kızım" diye baba yüreğine bastırmamış Gül'ün zayıf bedenini. "Halamlara gitmiştim bir keresinde. Halamın kızının saçlarını tarıyordu, okşuyordu babası. Ben çok imreniyordum onu görünce, benim babam niye böyle değil deyip ağlıyordum hep." Gül yine de kızmamış ama babasına, "Belki de sevgisini göstermiyor" diye düşünmüş. Babası onu yedi yaşındayken şehirdeki nakışevine göndermiş. Orada nakış öğrensin, atölyede çalışsın, para kazansın diye... Gül 15-20 genç kızın kaldığı nakışevine giderken üstüne giyeceği doğru dürüst bir elbisesi bile yokmuş. Annesi kendi elbisesinin kollarını kesip ona pantolon yapmış, ayağındaki ucu yırtık çorapları vermiş; yokmuş çünkü ne kıyafetleri, ne de kıyafet alacak paraları...

"Delik Çoraplarımdan Çok Utandım"

Nakışevindeki ilk günü ise Gül'den dinliyoruz: "İlk gittiğim zaman oraya yeni gelen kızlara eğlence yapıyorlarmış. Müzik çalıp oynuyorlardı, beni de kaldırmaya çalıştılar ama ben kalkıp oynayamıyordum. Çoraplarımın o yırtık yerlerini büküp parmaklarımın arasına sıkıştırmıştım, kalkıp oynasam göreceklerdi yırtıkları. Çok utanıyordum. Diğer kızların güzel kıyafetleri vardı. Belki onların da çok iyi değildi durumları ama en kötü durumda olan bendim. O çok aşikârdı. Ben oynayayım diye ısrar etmeye devam edince onlar, ben de başladım ağlamaya. O zaman ısrar etmekten vazgeçtiler. Ama çocuğum ya işte, çıkardım çoraplarımı, katladım, attım arkaya bir yere, kalktım oynamaya başladım ben de."

Gizli Gizli Okuyor

Nakışevinde biçki dikiş öğrenen Gül'ün her ne kadar kendinden büyük de olsalar arkadaşları olmuştu. Evin en küçüğü o idi. Hal böyle olunca zaman zaman ağır getir götür işleri de ona kalıyordu. Gül bu arada mutfağın çöpünde bulduğu gazete kâğıtlarını okumaya devam ediyordu. Evden sorumlu olan Y. Hanım biraz sert olsa da kızlara elinden geldiğince iş öğretmeye çalışıyordu. Gül, yaşından dolayı daha çabuk yoruluyor, zaman zaman iki dakika da olsa kestirebilmek için kendisini tuvalete kapatıyor, orada uyuyakalıyordu. Bir süre sonra bu yaşadığı hayattan kurtulmaya karar verdi Gül. Kaçacaktı. Köyüne, babasının evine gidecekti. Ne yoksulluk umurundaydı, ne de soğuk ev...

"Sabah vaktiydi kaçtığımda, tuvaletten çıktım gittim. Otobüs vaktiydi; işte o zaman ama benim kaçtığımı anlamış Y. Hanım. Otobüslere filan haber vermiş, sonra beni buldu. Geldiğini görünce ben de koşturdum, arabaya yetişmeye çalıştım ama kaçamadım, karşıma çıktı birden. Sonra eve gidince beni çok fena dövdü. Hayatımda hiç kimseden dayak yememiştim ama o kadın beni çok dövmüştü. Bir üç ay kadar daha kaldım orada, sonra bitti kurs, geri döndüm eve."

İstanbul'da Yeni Hayat

Eve döndükten birkaç ay sonra uzun bir yolculuğa çıkacaktı Gül. Babası ona İstanbul'da iş bulduğunu, çok zengin bir ailenin yanında çalışacağını söylemişti. Gül önce istemedi, korktu ama karşı koyma gibi bir durum söz konusu olamazdı. Fakat korktuğu başına gelmedi. İstanbul'un çok zengin semtlerinden birinde "Onlar da benim annem babam gibi olmuşlardı" dedikleri, hatta arada "anne baba diye andığı yaşlıca bir çiftin evine gitmişti. Çift, Gül'ü çok sevmişti. Hatta Gül'ün okuma aşkını desteklemek için ona kitaplar almışlardı. Gül burada çok mutluydu evin hem işini yapıyor , hem para kazanıyor , hem de kitap okuyordu. Artık Gül'ün yüzü gülüyordu

Parçalanmış hayatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin