Deniz, uzun zamandır girmekte cesaret edemediği yatak odasına hiç düşünmeden girmişti. Üzerinden aylar geçmesine rağmen yatak odasında hiçbir şey değişmemişti. Annesi neyi nereye koyduysa hala orada duruyordu. Neredeyse baktığı her yerde babasıyla annesinin fotoğraflarını gören Deniz fotoğraflara o kadar çok odaklanmıştı ki yatak odasına ne için girdiği bir anlığına aklından çıkmıştı. Eline bir çerçeveyi aldı ve göğsüne dayadı.
"Benimlesin. Bunu her an hissediyorum."
Gözlerini kapayarak söylemişti bunu Deniz. Sonrasında iliklerinde hissederek derin bir nefes aldı. Fotoğraf çerçevesini yavaşça aldığı yere koyarken gözlerini annesinden alamıyordu. Gözünden akan bir kaç damla yaş ile birlikte fotoğrafı ait olduğu yere yani yatağının hemen yanında duran sephanın üstüne bıraktı. Havanın biraz kararmasıyla birlikte Deniz, sephanın diğer tarafındaki abajuru açıp etrafa göz gezdirmeye devam etti. Yürürken her şeye dokunup hissetmeye çalışıyordu annesine ait eşyalardı onlar, annesinin seçtiği mobilyalar ve her gün onun uykusuna eşlik eden mobilyalardı. Deniz için bir odundan daha kıymetliydi o odada bulunan her şey...
Birden annesinin eşya dolabı geldi aklına ahşap gardolabın aynalı kısmının annesinin olduğunu biliyordu Deniz. Yavaş adımlarla yaklaşmaya başladı annesinin dolabının yanına. Ayna da kendisine bir süre baktıktan sonra çabuk davranarak dolabın kapağını açtı. İlk olarak gördüğü annesinin kırmızı ve en sevdiği elbiseydi. Aysun hanım, kırmızı elbisesini her perşembe günü mutlaka giyiyordu. Çok varlıklı bir aile olmadıkları için hem fazla kıyafet seçeneği yok diye hem de kırmızı elbisesine fazlaca anlam yüklediğinden olmalı ki onu giymek için her hafta perşembe gününü bekliyordu. Dolapta ütülü bir şekilde duran kırmızı elbiseyi eline alan Deniz. Birden ağlamaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kendisini tekrardan kaybedecek gibiydi. Konuşmaya başladı kendi kendine
"Eğer o gün korsanlar ve uzaylılar olmasaydı sen yaşıyor olacaktın."
"Hayır. Öyle düşünme."
"Öyle işte. Üstelik çarşamba günü öldün anne bu elbiseyi sen ertesi gün giymek için ütülerken yanı başındaydım."
Deniz, kafayı yemek üzereydi yine annesiyle konuşuyormuş gibi kendi kendine dialoglar kuruyordu. Elbiseye sarılmış ağlarken dolabın üstünde duran "Korsanlar ve Uzaylılar" kitabını gördü. Elbiseyi yatağa fırlatıp, hızlı bir şekilde tabureye çıkıp kitaba uzandı. Düşmemek için yavaşça tabureden inen Deniz, kitabın her sayfasını okunmayacak şekilde yırtmaya başlamıştı. Yırtarken sürekli "Senin yüzünden, senin yüzünden." diye bağırıyordu. O kadar çok bağırıyordu ki ses telleri kısılmıştı.
Sesi odada yankılanıyordu. Birden kendisini aynada görünce duraksadı. Ağlamaktan akan burnunu çekti ve aynaya odaklandı. Gözünü kırpmadan kendine bakıyordu. İlk önce saçına odaklanmıştı Deniz. Upuzun incecik saçları vardı. Sürekli dağılıyordu ve asla istediği şekli saçlarına veremiyordu. Yine dağıldığını farketti saçlarının. Eliyle onları düzelttikten sonra gözlerine bakmaya başladı. Kıpkırmızıydı. Uzun zamandır ağladığından dolayı da gözaltında kalıcı bir morluk oluşmuştu. Kendisinden iğrendi ve burnundan akan sümüklerini tekrardan sildikten sonra aynaya bakmaya devam etti. Burnunu oldukça fazla beğeniyordu Deniz. Ne zaman aklına gelse sırf bu yüzden yüzü gülümsüyordu. Yavaşça kafasını yana doğru çevirip burnunun kusursuzluğunu incelerken gülümsediğini farketti ve birden annesi ölmeden önce nasıl bir kişiliğe sahip olduğu aklına gelmişti.
Dış görünüşüne önem verdiği gibi kendi etrafındaki insanların da dış görünüşüne önem veren bir insandı eskiden. Arkadaşlarını, ilişkilerini kişiliklerine göre değil de sırf dış görünüşüne göre seçim yapardı ve bunun zararını henüz görmemişti. Okulun en popüler çocuğu en yakın arkadaşı ve en güzel kızlarından biri de sevgilisiydi. Tabii ki eskiden. Annesi öldükten sonra kızla da ettiği basit bir kavgayla ayrılmıştı Deniz. Zaten onu yeterince sevmiyordu ama kızın ona getirdiği popülerlik Deniz'in hoşuna gidiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deniz Kent
General FictionUçurumun hemen yanında var olan hayatlar.. Deniz Kent ve insanları