[4] Gerçeklik?

13 3 0
                                    

Ona söyledim, diye düşündü Taehyung. Sofraya otururken bir yandanda duygularını gizlemeye çalışıyordu. Babası artık saymayı bıraktığı bayılmalarından biriyle daha karşı karşıya gelince gözlerini biricik oğlunın üzerinden çekmiyordu.

Annesi rostoyu servis ederken,  "Daha iyi görünüyorsun Taehyung." dedi

"Bırakalımda nasıl olduğunu kendisi karar versin." diyen babası eşinin lafını kesti.

Kadın cevap vermeden sadece derin bir nefes çekmekle yetindi ve sofranın köşesinde yerini aldı.

Taehyung'un bu gece ailesinin söyledikleriyle ilgilenecek hali yoktu. Kafası Jungkook'la doluydu.

Ona nerede yaşadığımı söyledim, bunu başarabildim.

Uzun zamandır bunu yapmaya çalışsada  belli kelime kalıplarını kullanmaktan başka bir şey yapamıyordu.
Kafasının içinde sürekli dönüp duran sesin gerçek bir insana ait olduğunu kabullenememişti. İletişim kurmaktan kaçmasının bir sebebi daha vardı; acı. Belki de kendisini Jungkook olarak tanıtan çocuk ataklar sırasında fiziksel bir acı çekmiyordu ama bu atakların Taehyung için işkenceden bir farkı yoktu. Canını sürekli yakan dayanılmaz acılara rağmen yaşadığı şehri söylemeyi başarabilmişti.

Taehyung'un, konuştuğu kişi hakkında çok az bilgisi vardı. İsmi elindeki en önemli bilgiydi. Sesi çok gençti büyük ihtimalle yaşıtıydı. Görüntüler sırasında anlına düşen kahve tutamlarını görmeyi başarabilmişti. Onu hayal dünyasında şekilden şekle sokarak, kafasında onu düşünüyordu. Belki de Jungkook onun kafasında kurduğu dış görünüşten çok daha farklıydı.

Zaman zaman kendisine bunun iskambil kağıtlarından yapmış olduğu kocaman bir kule olup olmadığını soruyordu. En ufak bir görüntüyle bile bu kale toz haline gelebilirdi. Tam olarak da korktuğu şey buydu aslında: Yıllardır hayatının bir parçası haline gelmiş olan bu duyguyu kaybetmek. O sesin etten kemikten yapılmış birine ait olduğunı yitirmek.

O akşam uyumaya giderken her zaman olduğundan daha neşeliydi. Bazı şeyler netleşmişti ve bu onu umutlandırmaya yetiyordu. Mor ve beyaz desenleri olan yatağının yorganını kaldırıp yumuşacık yastığına kahve tutamlarını yaydı.

Tavanda ışıl ışıl parlayan, babasının yıllar önce yapıştırdığı yıldızları görünce koca bir tebessüm dudaklarına yayıldı.

"Kraliçe Takımyıldızı, Pegasus Karesi, Büyük Ayı ve Ejdarha yıldızı.."

Yüzündeki geniş tebessüm, kısık ve boğukça çıkan sesiyle saydı, babasının öğrettiği,  kendisine ait küçük gökyüzünün içindeki yıldızları.

Gözleri usulca kapandığında düşünceleriyle başbaşa kalmak bu sefer onu korkutmadı.

Jungkook vardı, bundan emindi. Dünyanın her hangi bir yerindeydi. Alışılanların dışında, bir şekilde iletişim kurmayı başarıyorlardı. Ve o da onsuz olamıyordu.

π

O öğleden sonra Jungkook sandviçini yedikten sonra televizyon karşısında biraz oyalanarak kütüphaneye gitmeye karar verdi. Evlerinin karşısına kurulan şantiyede yeşil tulumların içindeki adamların çıkarttığı gürültü dersleriyle ilgilenmeyi imkansızlaştırıyordu. Biyoloji sınavının eli kulağındaydı ve o konuların üçte birini dahi çalışamamıştı.

Çantasını sırtına takıp otobüse bindi ve üniversitenin kütüphanesiyle yollarını kesiştirdi. Salona girmesinin ardından kum rengi masaların arasından boş bir cam kenarını gözüne kestirdi. Adımları geri geri gitmeyi dilesede çoktan o sandalyeyle hafif ses çıkartmış ve kurulmuştu.

Telepathy | TaeKook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin