Karşıdaki deniz dalgalarıyla onu izleyenlere büyük bir zevk veriyordu. Güçlü dalgalar, ufuk çizgisinden hızla geliyor, sıra ve ahenk içinde karaya saldırıyorlardı. Martılar rüzgârlı havada oradan oraya uçuşuyor, kimisi rüzgârın etkisiyle uçtuğu yerin tersine savruluyordu. Kordonda çok fazla insan yoktu. Kadın, eski bir banka oturmuş sessize denizi seyrediyordu. Oturduğu yerden ufuklara kadar deniz ve deniz vardı. Denizden başka bir şey görülmüyordu. Birini bekliyor olacaktı ki sabırsızlığı on kilometre öteden okunabiliyordu. Birkaç defa etrafına bile bakmış fakat beklediğini göremediği için yüzünde ekşi bir hoşnutsuzluk ifadesi oluşmuştu.
Civardan geçenler sanki o orada değilmiş gibi ona hiç bakmıyorlardı. Biraz ötede balıkçı teknelerini hazırlayan balıkçılar bile ona bir defa olsun bakmamışlardı. Kordondaki esnaflar işleriyle uğraşıyor, kadının oturduğu tarafa dahi bakmıyorlardı. Arada kadının oturduğu bankın oradan birkaç kişi geçiyordu. Buna rağmen kadın uzaktan dahi biri geçse hemen ona doğru kafasını çevirir fakat istediğini alamayan çocuklar gibi kafasını üzgün üzgün yere indirirdi.
Üşümüş olacaktı ki paltosunun yakalarını kaldırdı. Omzunda bulunan çantasından bir paket sigara çıkararak, bu paketten bir sigara aldı. Sigarayı yakarak denizi seyrine geri döndü. Kadın, deniz manzarasına iyice dalmıştı ki yanına oturan genç subayı fark etmedi. Subay yirmili yaşlarda, gayet yakışıklı, düz ve taralı saçlı, ince bıyıklı, boylu poslu biriydi. Kadına bakarak kabahat işlemiş küçük çocuklar gibi:
"Çok bekletmedim değil mi?"
Kadın kafasını subayın tarafına çevirerek yarı ciddi bir tonla:
"Evet, çok beklettiniz. Sizi aylardır burada bekliyorum! Nerede kaldınız?"
Adamın yüzünde mahcup bir ifade oluştu. Karşısındaki güzel kadını bekletmekten dolayı da kendine kızmıştı. Kabahatini bildiğinden evvela özür dilemenin gerekli olduğunu düşündü:
"Kusura bakmayınız! Ah, sizi nasıl olabilir de bu soğukta ne cüretle bekletebilirim! Sizin ağzınızdan bu lafları duyacağıma kulaklarımı şuraya keser atardım!"
Genç kadınını güzel yüzünde hoş bir tebessüm oluştu. Kızaran yanakları ve tebessümüyle şimdi daha güzel görünüyordu. Adam bu güzellikten sarhoş olmuştu ki kadının soğuktan üşüyen ellerini tutarak:
"Ne olsun siz hep gülünüz! Sizi şu kadarcık güldürmek için ruhumu ebediyete teslim ederim! Aman Yarabbi! Siz güldükçe güzelleşiyorsunuz! Dünyama bir renk, bir heyecan katıyorsunuz!"
Kadın bu iltifatlardan bıkarak:
"Lütfen nükteyi bırakınız. Allah aşkına!"
Adam laubaliliği bırakmayarak devam etti:
"Aşk dediniz! Ah, aşk için, sizin için ben kellemi nice cellatlara teslim ettim! Bilir misiniz de şu aciz sevdalınıza çekişirsiniz!"
Kadın utancından nereye gireceğini kara kara düşünüyordu ki adam bu sonsuz iltifatlarını hiç kesmiyordu.
"Lütfen gücenmeyin! Sakın utanmayın! Siz bu iltifatları sonuna kadar hak ediyordunuz. Hatta, bu iltifatlar bile sizin varlığınızın yanında bir hiç!"
"Kadın bu iltifatlardan nasıl sıyrılacağını düşündü. Sonunda çareyi ona soru sormakta buldu.
"Söyler misiniz uzun zamandır nerelerdesiniz? Sizi beklemekten bıktım usandım!"
Adamın canı sıkılmış gibiydi. Başını denizden tarafa çevirdi. Uzunca denizi süzdükten sonra kadına dönerek:
"İşte, gördüğünüz denizin de ilerisinde çok ama çok uzaklardaydım."
Şu dakikadan sonra konuşma ciddileşmeye başladı.
"O halde yeni geldiniz."
"Geldiğim belli mi bilemiyorum fakat ruhumu oralarda bir yerde bıraktığıma eminim."
Kadın bu sözlerden bir çıkarım yapamadı. Adama dönerek:
"Mazuru yoksa ne için gittiğinizi sorabilir miyim?"
Adam şimdi kadına bakmadan, denizi seyrederek cevap veriyordu:
"Harp için gitmiştim."
Kadın hoş bir tonla:
"Harp biteli iki yıl olacak. Beni mi kandırıyorsunuz yoksa?"
Adam kısa ama ıstıraplı bir tebessümle:
"İki yıl mı? Ne çok zaman geçmiş."
"Sizi burada geçişmiştim. Gemiye binerken bana bu fotoğrafınızı vermiştiniz. Bakın halen bende."
Kadın çantasından bir fotoğraf çıkardı. Fotoğrafta geç subay at üstünde gururla ufuklara bakıyordu. Adam fotoğrafı alarak uzun uzun inceledi. Daha sonra kadına geri vererek:
"Bu fotoğrafı altı yıl önce çektirmiştim. Harpten birkaç ay evvelsinde."
"Evet. Fakat bunları boş verin. İşte karşımdasınız. Kanlı canlı duruyorsunuz."
Adam kafasını kadına çevirdi. Az önceki mutluluk ifadeleri silinmiş yerine elemli bir ifade gelmişti.
"Ben artık unutmanız gerekli."
Kadın bu söz üzerine şaşırarak:
"Ne diyorsunuz? Anlayamadım?"
Adam subay şapkasını çıkardı. Alnında kocaman bir yara vardı. Şimdi o yaradan kanlar bardaktan boşalırcasına akıyordu. Adam kadına son bir defa bakarak:
"Benim burada olmadığımı ve tüm bunların aklınızın bir oyunu olduğunu siz de biliyorsunuz. Fakat her gün buraya gelip aynı sözleri, aynı olayları yeniden ve yeniden yaşayıp buradan mutsuz ayrılıyorsunuz. Bu sizin o narin kalbiniz için çok ağır! Rica ederim artık beni unutunuz. Geleceğinizi heba etmeyin. Ben dünyanın diğer ucunda vücudumdan kalan kalıntılarla bir tepecikte yatmaktayım. Size geri dönmem artık mümkün değil. Lütfen, lütfen beni unutunuz!"
Genç subay kanlı üniformasıyla ayağa kalktı. Kadın, subayın biraz önceki sözlerini umursamadan ciddi ve endişeli bir tavırla:
"Nereye gidiyorsunuz? Daha yeni gelmiştiniz?"
"Rica ediyorum, ruhumu azat ediniz. Beni unutunuz. Fakat şunu unutmayınız; ben sizin her zaman ilk aşkınız olarak kalacak ve kalbinizde yaşamaya devam edeceğim."
Kadın ağlamaklı bir sesle:
"Lütfen durun! Sizi ne kadar bekledim bilemezsiniz. Sizinle her gün burada buluşuyor ama sonunda sizi kaybediyorum! Durun ve gitmeyin!"
Genç subay arkasını döndü. Kadına son defa bakarak:
"Sizi geçmişte, şu anda ve gelecekte daima seveceğim!"
Yavaş yavaş yürümeye başladı. Birkaç saniye sonra subay ortalıktan ansızın silinmiş, gitmişti.
Kadın yavaş yavaş ayağa kalktı. Gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Elindeki fotoğrafa baktı. Elemli duygularla sevilisinden son kalan fotoğrafı öptü. Karşısında duran denize bakarak fotoğrafı denize doğru bıraktı. Rüzgârın etkisiyle fotoğraf saniyeler sonra gözden kayboldu.