yontas ölmüş dediler.
onu fındık tarlasının orta yerinde,
dün asılarak eğdiği dalların altında uzanırken bulmuşlar.
güneş vuruyormuş yüzünün bir tarafına,
üstünde çekirgeler zıplıyormuş,
koca sivri bir taş zorluyormuş kaburgalarını,
elinde bir avuç da fındık varmış.
yontas ölmüş dediler,
kahvaltısını yapmadan çıkmış evden,
sağ bileğindeki papatya halhalını yakmış arka bahçede,
koşa koşa varmış ölüme.
yontas umudunu kaybetmiş dediler,
son günlerde çizmemeye başlamış kendi dünyasında olan bitenleri,
mahrum bırakmış portakal suyundan kendini,
sevmemiş hiç ağaç dibinde otlayan keçisini.
yontas ölmüş dediler,
koca koca adamlar gibi nasıl öldürmüş kendini dediler,
yontas'ın omuzlarındaki diş izlerini unutuverdiler,
kullanmadığı ilaçlarını yatağının altına altına ittiler,
cenazesinde ise hiç tanımadığım çehreler.
yontas ölmüş dediler,
bana mantomun cebinden taşacak kadar dert yüklediler.
gece oldu,
monoton hayatlarına devam ettiler.
güneş doğdu,
küçük bir çocuğun çığırtısını işittiler.
"dünyanın çivisi çıkmış dediler!"