-vincent--

yontas ölmüş dediler.
          	onu fındık tarlasının orta yerinde,
          	dün asılarak eğdiği dalların altında uzanırken bulmuşlar.
          	güneş vuruyormuş yüzünün bir tarafına,
          	üstünde çekirgeler zıplıyormuş,
          	koca sivri bir taş zorluyormuş kaburgalarını,
          	elinde bir avuç da fındık varmış.
          	yontas ölmüş dediler,
          	kahvaltısını yapmadan çıkmış evden,
          	sağ bileğindeki papatya halhalını yakmış arka bahçede,
          	koşa koşa varmış ölüme.
          	yontas umudunu kaybetmiş dediler,
          	son günlerde çizmemeye başlamış kendi dünyasında olan bitenleri,
          	mahrum bırakmış portakal suyundan kendini,
          	sevmemiş hiç ağaç dibinde otlayan keçisini.
          	yontas ölmüş dediler,
          	koca koca adamlar gibi nasıl öldürmüş kendini dediler,
          	yontas'ın omuzlarındaki diş izlerini unutuverdiler,
          	kullanmadığı ilaçlarını yatağının altına altına ittiler,
          	cenazesinde ise hiç tanımadığım çehreler.
          	yontas ölmüş dediler,
          	bana mantomun cebinden taşacak kadar dert yüklediler.
          	gece oldu,
          	monoton hayatlarına devam ettiler.
          	güneş doğdu,
          	küçük bir çocuğun çığırtısını işittiler.
          	"dünyanın çivisi çıkmış dediler!"
          	
          	

endivija

[Dönüp seslendi ağabeyine: "Ne yaptığımı nereden bilebilirim? Doğru olup olmadığını nereden kestirebilirim? Daha önce hiç karşılaşmadım ki böyle bir durumla." Ateş, döşeğin altındaki tahtaları yalazlamaya başlamıştı. Döndü Kabrero, yürüdü gitti. O anda, daha önce hiç söylemediği, bir kere bile, eğreltiotlarının yeşil örgüsü altında geçirilen o iki yıl boyunca bir kere bile ağzına almadığı, almak gereğini duymadığı sözcükler geldi aklına. Yat sevgilim. Kıpırdama. Yat bir tanem. Seni içime gömdüm.*]

-vincent--

yontas ölmüş dediler.
          onu fındık tarlasının orta yerinde,
          dün asılarak eğdiği dalların altında uzanırken bulmuşlar.
          güneş vuruyormuş yüzünün bir tarafına,
          üstünde çekirgeler zıplıyormuş,
          koca sivri bir taş zorluyormuş kaburgalarını,
          elinde bir avuç da fındık varmış.
          yontas ölmüş dediler,
          kahvaltısını yapmadan çıkmış evden,
          sağ bileğindeki papatya halhalını yakmış arka bahçede,
          koşa koşa varmış ölüme.
          yontas umudunu kaybetmiş dediler,
          son günlerde çizmemeye başlamış kendi dünyasında olan bitenleri,
          mahrum bırakmış portakal suyundan kendini,
          sevmemiş hiç ağaç dibinde otlayan keçisini.
          yontas ölmüş dediler,
          koca koca adamlar gibi nasıl öldürmüş kendini dediler,
          yontas'ın omuzlarındaki diş izlerini unutuverdiler,
          kullanmadığı ilaçlarını yatağının altına altına ittiler,
          cenazesinde ise hiç tanımadığım çehreler.
          yontas ölmüş dediler,
          bana mantomun cebinden taşacak kadar dert yüklediler.
          gece oldu,
          monoton hayatlarına devam ettiler.
          güneş doğdu,
          küçük bir çocuğun çığırtısını işittiler.
          "dünyanın çivisi çıkmış dediler!"
          
          

endivija

sonra gittin.
          birlikte kışlıkları naftalinleyecektik.
          söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini
          bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim.
          herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine.
          sonra gittin.
          çocuk oldum bir daha, ağladım.
          kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.
          kitaplar, aşk, her şey.
          her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım.
          keşke nane şeker gibi mentollü bir buluttan doğaydım.*

-vincent--

sonra gittin.
            güya bana çarşambaları sevdirecektin.
            yaralı bantlarım avucundayken,
            kirpik diplerimden öpecektin.
            pul biberli kahveler sarhoşluğu çekip,
            on üçte benimle dans edecektin.
            gittin sonra.
            hani tutulmamış sözleri sevmezdin?
            sen bana iyileşmeyecek yaralar bahşettin.
            papatyalara gitti dedirttin.
            gitmek sancısı sendin,
            boğazımdaki acıdan dağları hiç bilmedin.
            sevgilim,
            alçak dünyaya yenilmekteyim.
Reply

endivija

sonra gittin.
            beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi.
            keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı.
            çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.
            söz dedim, söz verdim.
            ruhumu gömdüğüm yer hala belli.
            güneşi özledim, sonra seni
            keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.*
Reply

rosioire

bilmek lâzım, her zaman ayakta durulmayacağını*
          
          bugünkü başlığımız seninle bu olsun, güzel kızım. kolay, orta ve zor hayatımızda geçen evreler lâkin şunu da bilmek gerekir ki, herkes geçti gitti bu evreleri; büyüğünden küçüğüne, köylüsünden şehirlisine ve zengininden fakirine. başlıkta da dediğim gibi, her zaman ayakta durulmaz. güçsüz düştüğümüz için değil elbet, üstümüze bombalar yağdırıldığı için düşeriz dizlerimiz üzerine. yağmur değil de bomba yağdığı için eğilmek düşer bize ve bunun içinde dizlerimiz üzerinde yere düşmemiz lâzım, bu sakın olâ güçsüzlük olarak adlandırılmasın. düşersin bir çamura, toza toprağa ya da bir karanlık kuyuya, uzatıver elini, düşmeler ve uzatmalar sana, yakalayıp tutmalar bana düşer buralarda. kafese konulan horozlarız belki de ama biz güç gösterisi yapmıyoruz. biz, buruş-buruş ellerden öğrendiğimiz gibi atkılar öreriz birbirimize!
          
          seni seviyorum, adın-sanın önemli değil, hiçbir zaman olmadı.
          
          https://youtu.be/vK1YiArMDfg
          
          "asla olduğundan daha güçlü olmana gerek yok."