Bir şey hissediyor muyum? Kıskanıyor muyum? İçim burkuluyor mu?
Sanmıyorum. Eskiden net bir şekilde hissediyordum. Şimdi hissettiklerim kırıntıdan öte değil. Komik geliyor ama. Eskiden o kadar yoğun hissederdim ki... Özellikle bu konu için, hatta muhtemelen en fazla duygumu, en yoğun duygularımı heba ettiğim konuydu bu. Aynı orandaki hissizliğimin de sebebi.
Kendi oturduğu dalı kesmiş gibi. Artık o dal yok. Ben ulu bir meşe ağacıydım. Şimdi dallarından biri daha eksilmiş ulu bir meşe ağacıyım. Eksilen dal büyüktü, kuvvetliydi, üstünde değerli birini, birilerini, bir o kadar hayali bir o kadar gerçek birilerini taşırdı. Şimdi yok. Uzun süre bacağı kesilen bir insanın ayağının kaşınması gibi kaşındı yaram. Elimi dala atmak istedim ama boşluğa düştüm. Şimdi o dalın artık orada olmadığını bilinçaltım da biliyor. Aramaya yeltenmiyor.
Yine de, bir şey hissediyor muyum? Hissetmiyor muyum? Anlaması çok zor. Hissetmiyorum gibi. Ama o zaman aniden gelen anlam veremediğim ağlamalı gülmeli krizlerim neden?
Hissetmek istemiyorum da zaten. Ama bu hissizliğin geri kalan her şeye de sirayet edeceğini düşünmemiştim. Ulu bir meşe ağacıydım ben, şimdi dallarından biri eksik bir ulu meşe ağacıyım, ama dallarımın hepsi eksikmişçesine çıplak, savunmasız, yaralı ve duyarsızım. Boşluğu kaplayan o iri bedenime rağmen o boşlukla birim. Böylesine vahim bir vaziyetteyim de işte, hissetmekten uzağım. Vahim ne demekti unuttum. Hatırlar mıyım? Eh, hatırlamazsam artık tahtalı köye tahta katan bir meşe ağacı olacağımdan, hatırlasam fena olmaz. Umarım.