O1OO11O1

ölümden uzaklaştım laura, istediğin gibi. koşmadım, ondan kaçmadım, korkumu heyecanla değiştirdim ve kendi yolumda sakince yürüdüm. güldüm ve ağladım. ağlayacak nedenim olmadığından güldüm ve gülecek nedenim olmadığından ağladım.

O1OO11O1

ölümden uzaklaştım laura, istediğin gibi. koşmadım, ondan kaçmadım, korkumu heyecanla değiştirdim ve kendi yolumda sakince yürüdüm. güldüm ve ağladım. ağlayacak nedenim olmadığından güldüm ve gülecek nedenim olmadığından ağladım.

O1OO11O1

bu cümleler içerdikleri anlamları taşımıyor, galiba annem günlüğümü okuduğunda gerçekleri sezemesin diye yanlışlıkla kendime yeni bir dil oluşturdum. galiba değil, öyle, zaten biliyordum bunu, bilerek yaptım. bu şekilde yazmak zevk veriyor bana, benden parça taşıyan her bir hareketim, şarkım ve sözüm, ve anlayamayacaklarından dolayı beni asla yargılayamayacak insanlar arasından gülümseyerek geçip gidişim... yanında gelen asla anlaşılmayacak ve tanınmayacak olmanın verdiği sıkıcı his. hala gülümseyerek yürüyebildiğim sürece sıkıntı yok.

O1OO11O1

bazı çocukça sabırsızlanışlar. hani uyumaları gerektiği anda birden canları dolaptaki patlamış mısır paketinden bir avuç yemek ister ya. ya da o sırada yemek istedikleri abur cuburu tam o anda yemeliler, yoksa sanki dünyadaki tüm abur cuburlar bitermiş gibi ağlamaya başlarlar. işte öyle. işte hissettiğim şey, ben ise gizlice bunu devam ettirerek ve birçok şey gibi bunu da kendimden saklayarak uyuyacağım. yüzümü palyaçolar gibi önce beyaza, sonra kırmızıya boyayarak uykuya rahatça dalacağım. gerektiğinde  ezip yok edebilmek için kafamdaki çocukları duymamaya devam edeceğim, nasılsa deliler mutlu olmak için konuştuklarında dinleyecek birilerine ihtiyaç duymazlar.
          
          cümlelerim onları yazarken dinlediğim şarkıları görseydiler birbirine geçen sayısız yalanımı görüp bana kınayarak bakarlardı.

O1OO11O1

sahne arkaya doğru yükselirken ben ileri doğru içe çöküyorum. dünyanın hızına yetişmeye çalışan bedenimden geride kalan ruhumun parçalara ayrılışını, merdivenlerden çıkıp en arka koltuğa yerleştikten sonra, köşeye yakın bir yerde oturarak izliyorum.
          
          etiketleri hiçbir zaman rahatça giyinebilen biri olmadığım gibi duygular ve ilişkiler de her zaman bir muammaydı benim için. mutluluk duygusunu henüz tekerleği keşfetmeye çalışan bir mağara adamı edasıyla aradım yıllarca. herkesin doğuştan bildiği hisleri ben bir türlü ayırt edemedi, sürekli "şu an mutlu muyum, huzurlu muyum, hissettiğim şey ne?" diye sordum kendime. arkadaşlık nedir, aşk nedir ve nerede kime nasıl davranmak gerekir... bilmiyorum hissini. 
          
          kelimelerin anlamlarını bu kadar keskin bir şekilde birbirinden ayıran ne? yıllarımı insanları izlemeye verdim çünkü onlar benim içimde olmayan bir şeyi yaşıyorlardı. mutlu olduklarında biliyorlar, aşık olduklarında anlıyorlar ve hissedebilmek için şarkılara bağımlı kalmak zorunda değiller. müzik dinlemeden yaşamak bana göre yatalak birinin midesine inen suni bir boru olmaması gibi. melodiler yokken tonlama olmadan zihnimde sesli okunan bilimsel bir romana dönüşüyor içim. bende bir sorun var, biliyorum var, sadece ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.
          
          tanrının bahşettiği her günü kendimi geliştirmeye ve keşfetmeye adamama rağmen kendimin farkındayım, aynı zamanda hiç değilim. sürekli sorunlarımı fark ederek onları tek başıma aşmaya ve daha uzun süreli de olsa büyük oranda başarı elde etsem de yeni bir tümsekle karşılaştığımda her şeye yeniden başlıyorum. aynı çaresiz ve cevabı bilinmez soru: "ben şimdi ne yapacağım?". hiç bilmiyorum. ne yapabileceğimi bilmiyorum.

O1OO11O1

sahnenin en uzaktan göründüğü koltuğa oturuyorum, bir şeylerin bilgisizliği beni korkutarak gözaltlarımda ağırlık yaparken kıpırdamadan sadece önümdeki ekrana bakıyorum. korkum geçtikçe, daha çok bildikçe daha çok fark edeceğim, bu sayede neler yapabileceğimi tekrar düşünebileceğim ve belki ufak da olsa ilerleme kaydedebileceğim bir çözüm bulacağım. ama bunu yaparken bile duygularımdan soyut olacağım, hislerim uyuşuk ve unutulmuş vaziyette nerede bekliyorlar beni hiç bilemeyeceğim. ruhumu uyuşturmuşlar, ben yeni öğreniyorum. daha bunu kabullenemeden başlıyorum sorgulamaya; acaba bunu artık fark edebilmemin sebebi anestezinin etkisinin yavaş yavaş kaybolması mı yoksa benim bunları müzik dinlerken, hastane odasında, mideme boru salınmışken ve makineyle nefes alırken düşünmem mi?
Reply

O1OO11O1

ben işte, gelecekte dolanan, arada iki adım geriye, şimdi'ye gelen, bazen şöyle bir iki saniye dönüp geçmişine bakan...
          sorgularım, neden yine dönüp baktım, neden bu yine aynı gözler? istediğim bu değil, hiç değil, neden özlemiş gibi baktım ot büyümüş yoluma?
          
          treni bekledim, ilk ışığı geldi tünelden, sonra rüzgarını getirdi bana. bu rüzgar onun, ondan geliyor, tren onu bana getirdi, diyor yıllar önceki halim. neden yıllar önceki halim hala konuşabiliyor? kulak asmıyorum, ben o değilim, biliyorum bunu, belki kulak asmamaya karar verdiğimde ve bunu doğal bir biçimde yaptığımda aslında onun ben olmadığını düşünmek istemedim.
           
          neden arkama dönüp baktığımı anlamadım, akşam çökünce tarihe baktım, bakışlarıma hüzün çöktü yine. oysa daha dündü, unutturmuştum bilerek, bugün yine takvime baktım. gece yine unutacağım, ertesi gün takvime bakacağım. bir bahar rüzgarı esecek, gözlerinin rengi ben ay'a bakarken gözlerimi kapattığımda güneşim olacak. yıllar önceki ben değilim, biliyorum, düşlediğim de sen değilsin. sadece eski ben'i anıyorum. sadece eski ben'e olan merhametimden... mezarlığını böyle ziyaret ediyorum, ona duamı böyle ediyorum.
          
          her gün yeniden unutuyorum, kendimden koparmak istediğim parçamsın sen. benimki balık hafızası fakat fil beyni.
          
          https://hizliresim.com/gtne4b6

O1OO11O1

şimdi unutmaya gidiyorum seni, 'sen' kelimesini kullandığım için kendimden biraz tiksinerek, biraz da utanarak. 
            
            ben hep gidiciyim zaten.
Reply

O1OO11O1

ve sen. ben gökyüzü sen toprak; ben kum, sen deniz... o yaşlarda dünyalarımızı tersine çevirip tozu dumana katacak gücümüz vardı tamam da koca bir sisle neden örttük üzerimizi? biz seninle ufuk çizgisini yitirebilirdik ursula ama belki aynı kutuplu iki mıknatıstık. belki ben ağaç olsaydım, belki denizyıldızı olsaydım...