SalihveSaliha
Eğer bir gün uyanıp tüm insanlar sessizleşmiş olsaydı ve sadece sen konuşabiliyor olsaydın, kuracağın ilk soru veya cevap ne olurdu
@SalihveSaliha
0
Obras
0
Listas de leitura
299
Seguidores
Eğer bir gün uyanıp tüm insanlar sessizleşmiş olsaydı ve sadece sen konuşabiliyor olsaydın, kuracağın ilk soru veya cevap ne olurdu
Eğer bir gün uyanıp tüm insanlar sessizleşmiş olsaydı ve sadece sen konuşabiliyor olsaydın, kuracağın ilk soru veya cevap ne olurdu
Hangisini seçerdin ve nedeni nedir
A) Hayatın boyunca asla maddi sıkıntı çekmeyeceksin, ama seni gerçekten seven ve senin de gerçekten sevdiğin kimse olmayacak.
B) Hayatının aşkıyla kusursuz bir ilişki yaşayacaksın, ama 40 yaşından sonra yürüyemeyeceksin.
C) Dünyada tarihe geçecek kadar ünlü ve saygı duyulan biri olacaksın, ama ailendeki herkes seni tamamen unutacak.
D) Sevdiklerinin hepsi sağlıklı ve mutlu olacak, ama herkes seni başarısız biri olarak hatırlayacak ve bunu asla değiştiremeyeceksin.
Gençliğimin baharında ,hani gül beklemezdim kimseden ama yollarımı dikenle de kaplamasalardı keşke...
Günaydın hocam.
@Avsindogru belki de o dikenler sana yaşattıkları o acılardan utanç duyup sana güzel bir yolu dönüşecek. Sanırım Kader böyle olmasını istedi hem Hakan geç kaldı Hem Bahar acele etti
Şimdi Hakan'la Baharı okudum da o postun altına yazıp kirletmek istemedim. Acaba Hakan mı geç kaldı yoksa Bahar mı acele etti?
Elif ve Deniz… Hayat, onları birbirine öyle bir anda, öyle bir yerde denk getirdi ki, sanki kader bile o an şaşırmıştı. Bir yağmur akşamında, tramvay durağında, ikisinin de elinde aynı kitabın farklı baskısı vardı: “Aşk ve Gurur.” Göz göze geldiler, gülümsediler. İşte o an, Elif’in kalbi yıllardır unuttuğu bir ritimde atmaya başladı, Deniz ise sanki içindeki bütün sessizlikler birden anlam buldu. O günden sonra her şey bir masal gibiydi; birlikte yürüdükleri sokaklar, paylaştıkları kahveler, yazdıkları küçük notlar, hepsi “biz”di. Elif hep söylerdi: “Bir masal yazdım el eleyiz biz, bir hayal çizdim göz gözeyiz biz…” Deniz gülümser, onun saçlarını okşardı: “Ve o masalın kahramanları hiç ayrılmayacak,” derdi. Zaman aktı, yıllar geçti, ama aşkları hep taze kaldı — ta ki o kara sabaha kadar. Bir gün Elif hastalandı; önce önemsemedi, “mevsim değişikliği” diyerek geçiştirdi, ama teşhis bir bıçak gibi indi: Kalp yetmezliği. Doktor sessiz bir sesle, umutla korku arasında bir çizgide konuştu: “
@SalihveSaliha Belki bir mucize olursa…” Deniz o mucizeye inanmak istedi, Elif gülümsedi hep: “Benim mucizem zaten sensin,” dedi. Ama gülümserken bile gözlerinin kenarında yorgunluk, kalbinde bir veda vardı. Artık günleri sayılıydı. Deniz her sabah onun yanına koşar, elini tutar, birlikte eski şarkılarını dinlerlerdi. Bir gün Elif yavaşça mırıldandı: “Sence de bazen çok saçmalamıyor muyuz? Ufacık şeyleri büyütmüyor muyuz? Böyle ayrı kalmanın kime faydası var aşkın?” Deniz gözyaşlarını tutamadı: “Artık hiç ayrı kalmayacağız Elif. Ne olursa olsun…” dedi. Ama kader, bazen en çok sevenleri ayırmakta en acımasız olandır. Bir sonbahar akşamıydı, Elif’in nefesi iyice yavaşlamıştı. Odanın içinde sessiz bir şarkı çalıyordu — onların şarkısı: “Gel yarim gönlüme, huzur ver ömrüme…” Elif son kez Deniz’in elini sıktı, gözleri dolu doluydu ama dudaklarında hâlâ o tanıdık gülümseme vardı: “Cenneti yaşıyor bu kalbim senle…” Ve sustu. Sessizlik, bir kalbin durduğu anın ağırlığıyla çöktü odaya. Deniz’in dünyası bir anda karardı, zaman anlamını kaybetti. O günden sonra yaşadı ama nefes almadı sanki. Her sabah mezarına gitti, her gidişinde bir defter bırakıyordu taşın üstüne — kendi yazdığı masalın yeni sayfası. O masalda hep Elif vardı, o masalda “aşk eşittir biz”di. Ama artık o “biz”in bir tarafı gökyüzündeydi. Yıllar sonra Deniz’in kalbi de sessizce durdu. Onu Elif’in yanına gömdüler. Mezar taşında sadece bir cümle yazılıydı: “Kocaman harflerle aşk eşittir biz…” Ve o günden sonra, o mezarlığın yanından geçen herkes, rüzgârın fısıltısında bir şey duyar gibiydi: “Gel yarim gönlüme, huzur ver ömrüme…” Ama Elif çoktan gitmişti. Ve bu hikâyenin sonunda, masal bitmişti.
“Güzel Belam”
Yağmur, İstanbul’un sokaklarını sarmıştı.
Her damla, Elif’in penceresine vuruyor, kalbinde yankılanıyordu.
Gecenin sessizliğinde, birden Ömer’in sesi geldi aklına:
“Ey sevdamın güzel belası…”
Bir zamanlar bu sözü, gülerek söylerdi Ömer.
Elif’in inadına, kıskançlığına, suskunluğuna bile gülümserdi.
Ama şimdi, o gülümsemenin yankısı bile yoktu evde.
Sadece anılar… ve bir yudum hasret.
Elif, Ömer’in eski kazaklarından birini buldu dolabın köşesinde.
Kokladı.
Hâlâ biraz o vardı içinde — biraz kolonya, biraz umut.
Birden gözleri doldu.
“Ne olur çık gel, özledim seni…” diye fısıldadı boşluğa.
Oysa gitmek zorundaydı Ömer.
Bir “mecburiyet”ti, kim bilir neydi ardında kalan.
Bir şehir, bir iş, bir hayal belki.
Ama Elif için geriye sadece yokluk kalmıştı.
Bir zamanlar, saçlarıyla oynar, uzun uzun sarılırdı ona.
“Seviyorum,” derdi,
ve o an dünya dururdu.
Şimdi Elif o anları, bir film gibi hatırlıyordu —
her sahnesi biraz daha eksik, biraz daha silik.
Bir gece, defterini açtı.
Yazmaya başladı:
> “Dilim damağım kurusa da,
Öpüşlere âşık oldun diye,
Zehrinle yaşıyorum hâlâ,
Şehirlerin lambalarını söndürdüm bu gece.
Sana kavuşma tarihim,
hiçbir takvimde yok artık.”
Kalemi titredi.
Gözyaşı, mürekkebe karıştı.
Sonra fısıldadı kendi kendine, neredeyse duyulmaz bir sesle:
“Ben beni öldürmeden, yokluğunda öldüm.”
O an dışarıda rüzgâr esti, perde kıpırdadı.
Bir anlığına, Ömer’in kokusu doldu odaya.
Elif, başını kaldırıp gülümsedi —
sanki o oradaymış gibi, sanki hiç gitmemiş gibi.
Ve mırıldandı sessizce:
“Ey gönlümün güzel öyküsü…
Bilsen, nasıl özledim seni.”
Ali, o akşam Ayşe’yi ilk kez gördüğünde hava griydi, ama içi ışıl ışıl olmuştu.
Bir arkadaş ortamında, gürültülü bir kahkaha arasında göz göze geldiler.
Sadece bir bakıştı.
Ama Ali, o bakışta bir ömür yaşamış gibiydi.
“Sana tek bakışında âşık oldum bi’ anda…”
diye mırıldanmıştı içinden, farkında olmadan.
Sonra günler geçti.
Mesajlar, sabah “günaydın”lar, gece “iyi geceler”ler…
Birlikte kahve içmeler, saçma şakalara gülmeler, uzun sessizliklerde bile anlaşmalar.
Ayşe gülünce, Ali’nin kalbinde bir şeyler kıpırdardı hep.
Ama bazı mutluluklar, fazla gerçek gelir insana — korkarsın elinden kayacak diye.
Ve bir gün, gerçekten de kaydı.
Ayşe, “Biraz kendimi bulmam lazım,” dedi.
Ali, sadece başını sallayabildi.
Çünkü “kendi”ni bulmak demek, genelde “biz”i kaybetmekti.
Ayşe gitti.
Ali, aynı sokaklarda yürüdü günlerce,
evinin önünde oturdu bir akşam, sessizce.
Cebinden küçük bir zarf çıkardı — yazdığı son mektup.
Ama bırakmadı kapısına.
“Elimden gitmesine razıyım,” dedi,
“ama beni okumasına razı değilim.”
Sonra, elindeki güllere baktı.
Ayşe için toplamıştı.
Titreyen elleriyle teker teker yaktı hepsini.
Her alevde bir anı, bir kahkaha, bir “seni seviyorum” kül oldu.
Ama gözlerinden yaş gelmedi bu kez.
Yalnızca hafifçe gülümsedi.
Kendi kendine fısıldadı:
“Seven böyle yapmazdı, bak, tek başıma kaldım.”
Rüzgâr, yanan güllerin küllerini savurdu.
Ve o an Ali anladı — bazı aşkların sonu yoktu,
sadece bitmeye mecburdukları bir yer vardı.
Both you and this user will be prevented from:
Note:
You will still be able to view each other's stories.
Select Reason:
Duration: 2 days
Reason: