cigarettesndsex

Kendime yakın gördüğüm şarkılar vardı, tekrar tekrar dinledim. Bazı cümleler vardı tekrar tekrar okudum. Defalarca baktığım fotoğraflar vardı benim. Bilmem kaç bin defa geri sardığım filmler. Anlamadığım için değildi bu tekrarlamalar. Fazla iyi anlatıyorlardı, fazla yakındılar.

cigarettesndsex

Kendime yakın gördüğüm şarkılar vardı, tekrar tekrar dinledim. Bazı cümleler vardı tekrar tekrar okudum. Defalarca baktığım fotoğraflar vardı benim. Bilmem kaç bin defa geri sardığım filmler. Anlamadığım için değildi bu tekrarlamalar. Fazla iyi anlatıyorlardı, fazla yakındılar.

cigarettesndsex

“Geleceğini nasıl görüyorsun, Adele?”
          “Geleceğimi büyük bir istasyonun sıralarla ve banklarla dolu bir bekleme odası gibi görüyorum. Dışarıda kalabalık insan grupları beni görmeden koşuşturuyorlar. Hepsinin acelesi var. Trene yetişiyorlar, taksi tutuyorlar, gidecek bir yerleri var, buluşacak birileri... Ve ben öylece oturmuş bekliyorum.”
          “Neyi bekliyorsun, Adele?” 
          “Bana bir şeyler olmasını...”

cigarettesndsex

Köprüdeki Kız, La Fille Sur Le Pont. (1999)
Reply

cigarettesndsex

Chateaubriand'ın bir sözünün anlamını işte o zaman kavradım, o güne dek kendimle ilgili yeterince tecrübem olmadığından hep yanlış anlamışım meğer. Chateaubriand, René'nin ağzından işte şöyle der: “On le fatiguait en l' aimant.

cigarettesndsex

Biraz şaşırarak, bu kelimelerin benimkinin tıpatıp aynısı bir tecrübeyi dile getirdiğini fark ettim; dolayısıyla yansıttıkları gerçeği inkâr etmeye hakkım yoktu. Sevilmek, gerçekten sevilmek nasıl büyük bir yorgunluktur! Başkasının heyecanlarının yükü hâline gelmek nasıl bir yorgunluktur!
Reply