Eğer bir şeylerin sonunu düşünmüyorsan alın yazına saygısızlık edip kendi hikâyeni kendin yazmak zorundasındır. Bizler de özgürlüğü seçenlerdendik. Aslında nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Hani nasıl desem, yolun sonu yoktu ama biz bir kere hazırlamıştık bavulları. Gitmek zorundaydık. Çünkü içine atmaktan artık kusacak hale geldiğinde, yaşadığın sürece hep kaybedeceğini alnına mıh gibi çivilediğinde, geceleri üst üste içtiğin içkilerin şişeleri sığmayınca masaya, kısaca hiçbir bok düzelmiyorsa hayatında ve sen bıktıysan her geçen gün kendini biraz daha ölü gibi hissetmekten, çoktan çalmıştır kapını gitme vakti. Gitmek kurtuluş değil, kaçıştır her zaman. Bu hayatta mutlu olman için yanlış yapmak zorundasındır. Gideceğin yerin ve mekânın pek de bir önemi yoktur aslında. Çünkü amaç, içindeki o "gidince her şey düzelecek" umudunu yatıştırmaktır sadece. Gidince düzelir mi dersiniz, inanın bilmiyorum. Ben ne zaman kaçmak istesem, ne zaman ki gitsem bilinmezlere doğru, her defasında yoldan çıkıyorum. Her defasında çıkmaz sokak denk geliyor sanki bana ve ben o duvarlara çarpıyorum üzerimdeki hışımla. Ben artık yoruldum diyorum sessizce, bağırsamda fayda etmiyor. Ben biraz ölüyorum diyorum karşılaştığım ruju bozuk kadınlara, kimse omzuma dokunmuyor. Ben iyi değilim, diyorum iyi gibi görünen insanlara, aksine tuz basıyorlar yarama. Ulan ben dağıldım diyorum, toplayamıyorum, beni kurtarın diyorum dünyaya, tanrı bile sırtını dönüyor bana...