Dağların ardında uçurumlar, insanların ardında yıkımlar barındığını çok sonradan öğrendim. Bu uçurum ve yıkım öyküsü bir insanı kanatlarından kusturabilir, kahvelerin hatırını kırk yıldan kırk satıra çekebilir, tanrıyı ise ölümlü kılabilir. Bu yıkım bir bakireyi genelevlerde sabahlatabilir, sarhoşu sokaklarda sekmeden yürütebilir. olmaz denen birçok şeyi oldurabilir, biz hariç. eğer bir şeyler, hayır öyle değil, eğer biz tarafından bir şeyler olumlu olsaydı bunun adı yıkım olmazdı, ve tüm bunlar olmasaydı insanların ardı arkası olmazdı, ve ben bir dağ olup ardımda uçurumlar barındırmazdım. Her şey domino taşı gibi, ve yine her şey domino taşı gibi üzerimize yıkılıyor. Eğer tüm bunları içinde barındırmasaydı insan, adı yıkım olmazdı. İnsan adı yıkım olmamalıydı. İnsanlar ardında yıkım barındırmamalıydı. Ya da her şeyin sonunda yıkım olmamalıydı. Aslında bütün bunlar sorgulanmamalıydı, ben de bunları yazmamalıydım.
Olması gerekenler olmamış ve yıkılması gereken tek kişi ben değilmişim gibi, ardım uçurumlarla doluyken herkes göğsüme yaslanmış, ve sanki kokunla birleşen saçların dengemi bozmamış gibi, ben de tutunamadım gibi. olduramadım ya da olduramadık bir şeyleri, iki beden bir ruha sahip çıkamadık ve sokakta kaldık gibi. her şey tamammış ve yarım kalması gereken tek şey buymuş gibi. her şey hızlı hızlı ilerliyor ve yavaş yavaş yıkılıyormuş gibi. adım adım eksiliyormuşum ve ilmek ilmek yok oluyormuşum sanki. Bir şeyler bizi öldürmeye yeltenmiş ama evde bulamamış gibi, zaten ev diye bir şey de yokmuş gibi. bu şehir yıkılmaya yeltenmiş, yaşama alanım kalmadı, zaten yeryüzüne de sığamadım gibi. bu yangınlar, yıkımlar, sarılmamış yaralar beni toprağa gömer gibi. ve bu dizeler sabaha çıkarsa, birkaç kişiyi öldürür gibi.