Sıvaları dökülmüş eski apartmanın tozlu açık kapısından içeri girdiğinde bir insanın burada hayatını nasıl sürdürebileceğini düşündü. Resmen rezalet bir yerdi. Apartmanın içine oldukça pis bir koku hakimdi. Burnundan nefes almamaya gayret ederek altı katlı binanın üçüncü katına ulaştı. Bu katta da diğer katlarda olduğu gibi üç daire vardı.
Aradığı daire hangisiydi peki? Emin değildi. Düşünmeyi kesip acele etmeye ve işini şansa bırakmaya karar verdi. Merdivenlerin hemen sağında kalan kapıyı çaldı önce. İçeriden yaşlı bir kadın elinde köpeğiyle çıkmıştı.''Buyurun?''
Konuşmakta kararsız kalmıştı. Boğazını hafifçe temizledi.''Pardon.''
Arkasını dönüp hemen karşıdaki bir diğer daireye doğru yürüdü. Kapının önüne geldiğinde heyecandan titreyen parmaklarıyla duvardaki zile bastı. Kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu. Göreceği kişinin o olması için içinden dua ediyordu. Kapıyı açan olmayınca içinde büyüyen endişeyle bir kez daha bastı zile. Gözlerini yere eğmiş ayaklarına bakarken yitmek üzere olan umudu kapının açılma sesiyle yeniden tazelendi. Başını hızla kaldırıp aralık kapının yanında duran kişiye baktığında ilk önce yine yanlış yere geldiğini sandı. Çünkü bu haliyle sanki yabancı biriyle karşı karşıyaydı. Fakat gördüğü sarı ıslak saçları ve küçük, parlak mavi gözleri tanımama gibi bir ihtimali yoktu.
Yutkunarak onun bu perişan halini süzdü. Çıplak ayakları, üzerindeki ıslanmış eski kıyafetleri, soğuktan kırmızılaşmış burnu ve gözünün üstüne düşen uçlarından su damlayan bembeyaz saçlarıyla oydu işte!Sevdiği çocuk sonunda karşısındaydı!
Gözleri dolunca etraf bulanıklaşsa da onun ağlamaktan kızarmış gözlerini fark edebilmişti. Zaten beyaz olan teni iyice solmuş, bazı yerleri morarmıştı. Kalbinin sıkıştığını hissediyordu.
''Bulut...''
Dudaklarının arasından fısıltı gibi çıkan kelimeyle beraber onun yere yığılan bedenini görmesi bir oldu. Yaşadığı şoktan anında çıkarken ileri doğru atılıp yere çöktü. Hafifçe inip kalkan göğsünü görünce içine çöken rahatlamayla Bulut'un kendi cüssesinin yanında küçük bir çocuk gibi görünen bedenini nazik olmaya çalışarak kucakladı. İki odalı evde karşısına çıkan ilk odaya girip kucağındaki bedeni yatağa yavaşça bıraktı. Gözyaşlarını daha fazla tutamıyordu. Kendine içinden küfürler ederken onun solgun yüzüne bakmayı kesip yatağın hemen yanındaki giysi dolabının içinden iki parça kıyafeti alıp tekrar yanına koştu. Hafif bedenini kaldırıp zorlanmadan ıslak kıyafetleri kurularıyla değiştirdi. Elleri, ateş gibi olan tenine değince durumunun ciddiyeti karşısında ne yapacağını bilemedi. Eli ayağına dolaşarak onu tekrar kucaklayıp alelacele evden çıktı. O aceleyle cebinden çıkardığı anahtar elinden kayıp düşünce sinirle birkaç küfür savurdu. Tekrar eline aldığı anahtarla sonunda arabayı açınca arka koltuğa onu nazikçe yatırıp sürücü koltuğuna geçti. Arabayı nasıl bir hızla sürdüğünü ve kaç tane arabanın ona korna çaldığını bilmiyordu. Tek istediği biricik sevgilisini hastaneye yetiştirebilmekti.
Hastane odasında geçirdiği iki saatin sonunda Bulut'un gözlerini hafifçe araladığını gördü. Aydınlık odada gözlerini açan Bulut önce etrafına göz gezdirdi. Doğrulmak istediğinde kolunda hissettiği sancıyla seruma çevirdi gözlerini. Sonra da hemen yanında oturup nemli gözleriyle kendisini izleyen adama... Konuşmak istedi ama kuruyan boğazı yüzünden hırıltıdan başka bir şey çıkmadı ağzından. Tek elini boynuna götürdü.
''Su... su verir misin?''
Bulut'un zorlukla söylediği cümleyle hemen kalkıp baş ucundaki bardağı su ile doldurup ona döndü. Oturur hale gelmesine yardım ettikten sonra ince parmaklarıyla su bardağını kuvvetsizce kavrayıp suyu içişini izledi. Bardağı masanın üzerine geri koyup yaşlı gözlerini yüzüne çevirdi. Bulut da onu izliyordu. İkisi de ne diyeceklerini bilmiyorlardı. İlk hamleyi yapıp solgun görünen sevgilisine sarıldığında sırtında onun ellerini hissetmesi uzun sürmedi.
''Geldin Barış.''
Onun bitap düþmüþ yüzüne bakarken ağlayan gözleriyle başını salladı.
''Bu kadar geç kaldığım için özür dilerim. Özür dilerim Bulut, özür dilerim...''
Bulut elini göğsüne yaslanan sevgilisinin başına koydu. Dalgalı sarı saçlarını okşarken içindeki duygu yükünü nasıl atacağını hiç bilmiyordu. Onu öyle çok özlemişti ki, bunu herhangi bir şekilde ifade edemezdi. Geçmişinden geriye kalan tek kişiydi o.
''Beni nasıl buldun?''
Burnunu çekerek doğruldu. Barış'ın ağladığına ilk kez şahit oluyordu. Bu durum Bulut'u şaşırtsa da şuan düşünmesi gereken daha önemli şeyler vardı.
''Çok zor olmadı. Kaydını hangi üniversiteye aldırdığını öğrendim.''
''Neden bu kadar uzun sürdü peki?'' Bu soru karşısında gözlerini kaçırmıştı. Bunu söyleyecek yüzü yoktu.
''B-ben... Bulut, ben gerçekten çok ama çok üzgünüm.'' titreyen sesiyle devam etti. ''Ben hiçbir zaman böyle olmasını istemedim.''
Bulut az kalan takadiyle gülümseyerek fısıltı gibi duyulan bir sesle konuştu.
"Biliyorum.."
"Çok fazla hatam var. Öylesine fazlalar ki hangi birinden başlayacağımı bile bilmiyorum. Bilsem de, buna izin verir misin emin değilim."
Sonlara doğru sesi kısılmıştı Barış'ın. Utançla başını eğdi. Onun küçük bedeni karşısında kendisi daha bir küçülmüş hissediyordu kendini.
"Peki, telafi edebilmek için bol bol zamanın var ne de olsa. İyi değerlendir derim."
Barış şaşkın bakışlarıyla başını kaldırıp ciddiyetini ölçmek ister gibi yüzüne baktı. Hayran olduğu, bir zamanlar yüzünden hiç eksik etmediği o gülümsemesi yarım da olsa hala yüzündeydi. İçinde büyük bir heyecanın dalgalanıp tüm bedenini ele geçirdiğini hissediyordu. Boğazından bir hıçkırık yükseldi. Gözyaşları artık daha hızlı akıyordu. Alnını Bulut'un nazikçe tuttuğu eline dayayıp hıçkırıklarını sürdürdü. O sırada saçlarında hissettiği yumuşaklık kalbini sıcacık etmişti. Bulut da gözyaşlarının akmasını engelleyemiyordu. Aylardır yanında olmayı hayal ettiği adamın saçlarını okşuyordu şuan. Ne kızgınlık, ne öfke ne de hüzün kalmıştı kalbinde. Her birini kapı dışarı etmişti. Çünkü içinde kalan son yaşam belirtisi minik bir tohumdu ve onu sulamak için başka bir şansı daha olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldız Tozu Anıları
General Fiction"Gözlerim kapansa bile sorun değil. Çünkü onları renkli kılan sensin. Göreceğim son şey senin yüzün olduktan sonra ölmek bile umurumda olmazdı."