Baygınlık...
Öğle arası için zil çalmıştı nihayet. Yanımda uyuklayan Leyla'yı dürttüm dirseğimle. Al al olmuş yanakları ve yarı aralık badem gözleriyle yüzümde kocaman bir tebessüm oluşturuyordu:
"Nee." diye mırıldandığında daha da güldüm."Uyanacak mısın artık Ron. Eğer biraz daha uyuklarsan kulağının dibinde şarkı söylerim."
savurduğum tehtit karşısında sırıtarak kaldırdı başını. Kıvırcıklarını kulağının arkasına yerleştirirken işaret parmağıyla da gözlüklerini burnunun üzerine itiyordu.
" Üzgünüm ama dünya güzeli sesine katlanamam. " dediğinde yapmacık bir sinirle omzuna şaplak indirdim:"Hain seni. Hani senin kankandım?! Sırtımdan buçaklıyorsun be!"
yüzündeki gülümseme daha da genişlediğinde çoktan sıramızdan ayrılmıştı. Kolumdan tutup beni de sürükledi:
"Hadi kantine. Midenin gürültüsünü duyuyorum be!" dediğinde karnımın içindeki hareketlilik onu doğruluyordu.
Neyseki kantin çok da kalabalık değildi. Bu sebeple tostlarımızı on dakika içinde alıp bahçeye çıkmıştık:
"Hava çok güzel değil mi sence de?"
dediğimde ikimiz de semaya bakıyorduk:
"Öyle tabii. Mis gibi baharın kokusunu alıyorum."
"Garip değil mi sence de?"
dedim, gözleri yüzüme döndü:
"Garip olan ne bebişim?""Doğayı diyorum. Her yıl kendini yenilemenin, çirkinleşen görüntüsünü güzelleltirmenin bir yolunu buluyor."
"Ben buna garip değil, muazzam derim şekerim!"dediğinde tostundan küçük bir ısırık almıştı.
Gülerek onayladım onu:
" Ben onu demiyorum ki. Garip olan insanların da öyle olması. Tam kendini en berbat hissettiğin anda hayat güzelleşmeye başlıyor. Kıştan sonra baharın gelmesi gibi. "
kahkahalarla karşılık verdi bana:
"Gene içinden bir filozof çıktı senin. Vallahi bazen kankamı yutacak bu filozof diye korkuyorum!"
onun gibi gülerek ağaçların üzerinde uçuşan kuşları izledim. Sanki hepsi baharı mücdeleyerek ötüşüyor, birbirlerine açacak çiçeklerin haberini veriyorlardı.
Bir anda bana çarpan bir bedenle geriye doğru sendeledim:
" Hey hey hey! Yavaş olsana biraz be!" dedim çarpıp giden çocuğun arkasından.
Tostum da yere düşmüştü üstelik!
Çocuk yüzüme dönüp birkaç saniye baksa da :"Özür dilerim." diye mırıldanıp hızla uzaklaştı.
Sinirle nefes alırken Leyla elime yere düşen tostumu uzatıyordu:
" Al bebeğim. Beş saniye kuralı malum! Bir şey olmaz."
kaşlarımı çatarak kararlılıkla başımı iki yana salladım:
"Asla Leyla. Yemeyeceğimi biliyorsun. Şimdi sana tüm sebeplerini sayardım ama inan yorulurum."
sırıtarak göz devirip :"Sen bilirsin." diye mırıldandı ve tostu, okulumuzun minik kedileri için çimenlerin üzerine bıraktı.
"Eee, sen aç kaldın. Bir şeyler yemeyecek misin? Gidip bir daha tost alalım bari."
"Yok Leyla ya. Zaten canım istemiyordu."
tek kaşı hayretle havaya kalktı, yüzüme odaklanmıştı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüme Mahkum
General Fiction"Bak, bu çiçekler güneşi çok sever. Yönleri hep güneşe dönük olur. Bu yüzden sana dönükler Güneş." gözlerimi ağır bir yük yaşıyormuş gibi devirdiğimde yüzünde daha da eğlenen bir ifade oluştu: "Heey, esprim hoşuna gitmedi değil mi?" "Ölüme mahkum bu...