Prolog ♋

157 12 4
                                    

Küçük kız etrafta olup biteni anlamaya çalışırken, bir yandan ağlayan insanlara bakıyordu. Evlerinin önüne doluşmuş, tanımadığı onlarca yüz evlerine bakıyordu.

Doğum günüydü bugün onun.

Annesinin parti verdiğini düşünerek eve yöneldi. Bacak boyları kadar olan boyu yüzünden insanların arasından geçerken zorlanıyordu. En sonunda sanki, her ödevini yaptığında annesinin çikolata verdiği zamanlardaki gibi mutlulukla gülümsedi.

Etraftaki insanlar ona bakarken, küçük kız gülerek bakıyordu. Hepsi onun için gelmişti! Annesi bunca insanı 6 mumlu olacak pastası için çağırmıştı. Hediye paketleri olmayan elleri görünce hüzünlensede annesinden öğrendiği cümleyi hatırladı. "Her insanın durumu olamaz tatlım, bu yüzden her zaman onlar değil senin onlara bir şey alman gerekebilir."

Hediyelerinden arta kalanları alamayanlara vermeyi düşündü. Annesini dinlemeli, uslu kız olmalıydı.

Sonunda eve adım atacağı anda önünde beliren ellerle bakışlarını havaya kaldırdı.

"Canım, buraya gelemezsin." Sert ve tok ses karşısında şaşıran kız, kaşlarını çatarak konuşmaya başladı.

"Burada benim doğum günüm var! Tabiki geleceğim. Ayrıca annem nerede? Alara'yı mı uyutmaya çalışıyor? Babamda gelmiştir değil mi? Bu sefer işi yoktur onun."

Hüzünlenen bakışları ile ona bakan adama anlamayarak baktı küçük kız. Etrafına baktığında gelen şaşkınlık sesleri ve hüzünlü yakarışlar ile kapıya baktı oda.

Sedyenin üzerindeki meleği gördü o anda. Sarı saçlarının bir tutamını görmesi yetmişti ona. Koşmaya başladı. Olamazdı. Biliyordu buradan sonra ne olacağını. Dedesine de aynısı olmuştu. Bir daha gitmiş ve terk etmişti onları! Kaldıramazdı bunu, annesinin gülen suratını görmediği bir günü kaldıramazdı!

Sedyeye ulaşmaya çalışırken bedenini saran kollar ile engellendi. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Annesinin gidişini görmüştü. O evden nasıl çıktığını görmüştü. Bir daha sarı saçlarını, yemyeşil gözlerinin göremeyecekti.

Hıçkırdı bir daha. Bir daha susmamak üzere hıçkırdı.

Aslında o andan itibaren hiç bitmeyen yakarışlarının başlangıcıydı bu derin yaralar.

***

Sessiz bir soluk aldı genç kız. Gözleriyle etrafı tararken, karanlığa bir kere daha ne kadar alıştığını fark etti. Gündüzden daha çok severdi geceleri, karanlığı, her şeyi örten renksizliğe bayılırdı. Pencereden sızan küçük bir ay ışığı ile oturuyordu. Yarım metre ötesindeki silaha baktı. Gel beni al, diye bağırıyordu sanki.
Gözlerini kapatıp kafasını geriye yasladı. Ağlayamıyordu. O günden sonra, kuruyan göz pınarları engel oluyordu. Şu zamana gelene kadar çok ağlamıştı, çok direnmişti, çok yalnız kalmıştı.
Hep yalnızdı Eliz o günden beri. Sedyeye elini dâhi uzatamadığı günden beri tekti bu hayatta.
Pişmandı, hemde o kadar pişmandı ki. Hatalarına rağmen; intikam uğruna yeminlerine devam ediyordu. O gün, 18. yaş gününde, etmişti en büyük andını, mezarın başına eğilmiş ve fısıldamıştı:

"Ve meleğim, eğer ben Eliz'sem, senin huzur sebebin olan kızımsan, sana en büyük hediyeni vereceğim. Kardeşimin, senin, babamın sadece kalan benim dâhi intikamımızı acıta acıta yavaş yavaş alacağım. Geçen 12 yılın ardından yemin ediyorum anne sana, tamamen değişen Eliz Kayaysam ben, sana senin üzerine yemin ediyorum ki, bunları size yapanların tek biri dâhi huzurlu uyuyamayacak."

***

Hayatları, aslında tam anlamıyla bir yalanın üzerine kurulmuşken, tek yapmaları gereken tutunmalarıydı.
Onlar, bir limana sığınmıştı. Onlara kucak açan, eşsiz bucaksız denizde, sağlam bir limana sığınmıştı.
Ama geride bıraktıklarını düşünmeden yapmışlardı.
Peki ya, geçmiş önlerine geleceği sererse? Sil baştan mı yaparlardı, yoksa geriye sar mı?
Eliz Kaya ve Savaş Ataman'ın hikayesiydi.
Gerçek hayatlarda, hileli oyunlar oynanan insaların ruhlarıydı.
Tek çareleri tutunuştu. Ama, tutunmak, bir ağaca çıkmak gibi değildi bu sefer. Bulutlara ulaşmak kadar zordu.

TUTUNUŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin