NEBULA

31 10 6
                                    


12 Şubat 2002

Ölüm sadece bir uyku mu? Diğerlerinden tek farkı sonunda uyanmayacak olmamız mı? Ya her gözlerimizi kapadığımızda ölümü sahneliyorsak derinlerde bir yerlerde... Belki de zaten uykudayız ölümü tadınca ancak uyanabileceğiz. Kendi zamanından koparak bin yıl boyunca uyuyan genç kız içinse yaşamak, sürüklendiği ölümle neredeyse eşdeğer uykusunun rüyası olacaktı.

Genç kız gözlerini berrak bir ırmağın kenarında toprakla yarımca örtülmüş bir şekilde açtı. Uyanır uyanmaz elleri şişkin karnına gitti, şaşkınlıkla ne yapacağını bilemez haldeyken derin nefesler alarak doğruldu. Üstü başı toprak içindeydi. Zihnine onlarca soru üşüşüverdi bir anda. Uyuyalı ne kadar olmuştu. Mevsim değişmiş, karnı epeyce şişmişti. Demek ki aylardır derin bir uykudaydı. Ama neden? Bakışlarıyla nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Çevresi ucu görünmeyen dağlarla kuşatılmış yemyeşil bir çayırdaydı. Hemen yanında uzun, berrak bir ırmak akıyordu. Nehrin karşısı dağlara kadar ağaçlarla kaplıydı. Gökyüzü bulutsuz, güneş tam tepede ışıl ışıl parlıyordu. Omzundan geriye bir bakış attı. Dağın üzerinde siyah bir leke gibi görünen içi zifiri karanlık bir mağara gördü. Mağaranın hemen sol tarafında ise kocaman bir çardak vardı. Beyaz perdelerle süslenmişti ve içi yumuşak yastıklarla doluydu. Yavaşça ayağa kalktı. Üzerine yapışmayan topraklar ve yapraklar yere düştü. Elbisesine kısaca göz attı. Epey pislenmişti.

Sanki aylarca değil de birkaç saattir uyuyor gibi hissetti güzel kız. Alışılmadık ağırlığıyla ufak adımlar atarak bebeğine zarar vermekten korkarcasına ilerledi ırmağa. Yüz yılların susuzluğuna nispeten kana kana su içmeye başladı. O sırada arkasından adım sesleri duydu, korkuyla arkasını döndüğünde elleri korumacı bir şekilde karnını sarmıştı. Fakat karşısında epeyce yaşlı bir kadının durduğunu görünce biraz rahatladı. Ama yine de bir tuhaflık vardı. Kadının üzerindeki kıyafetler kendi ülkesine ait durmuyordu.

"Uyanmışsın güzel kızım, gel korkmana gerek yok." Yaşlı kadının sesi öylesine içtendi ki ona güvenmek istedi genç kız. Hem dilini de biliyordu. Fakat Rigel aklına geldi o anda. Ona duyduğu güveninin sonsuzluğunu ve olanları düşündü. Buz gibi bir sesle sordu:

"Sen kimsin?" Yaşlı kadın ihtiyatlıydı kıza karşı. Aynı sevecen ses tonuyla tane tane konuşu "Kızım, seni bu mağaranın içinde otuz iki yıl evvel bulduk. O zamanlar kocam ve can dostum vardı yanımda. Senin bizim dünyamızdan biri olmadığını anlamıştık. Bir süre ne yapmamız gerektiğine karar verememiştik fakat karnındaki bebeği fark ettik ve o andan itibaren hepimiz seni korumaya karar verdik. Geriye bir tek ben kaldım, göçüp gittiler. Ama seni ve bebeğini hepimiz nedensizce çok sevdik."

"O..Otuz iki yıl mı?" dehşete kapılmıştı genç kız. Bakışlarını bir anlığına berrak suya indirdi. Orada gördüğü yansıma tamamen kendisiydi. Otuz iki yıl sonraki halinin oldukça kırışık olacağına emindi. Karnındaki bebeğini düşündü. En fazla sekiz aydır uyuyor olmalıydı. "Yanılıyor olmalısınız." dedi genç kız. İnanmak istemiyordu fakat o kadar olağanüstü şeye tanıklık etmişti ki bir yanı kadının söylediklerinin doğru olduğuna inanmıştı bile. Yaşlı kadın usulca başını sağa sola salladı. "Hangi yıldayız?"

"2002 yılındayız kızım." Güzel kızın yüzünü derin bir keder kapladı. Sanki bir anda geçen onca zaman ruhuna sarılmıştı kızın. Ağırlaştığını hissetti. Bacaklarının onu taşıyamayacağını anladığında yaşlı kadın yetişmişti düşmeden. İkisinin de bedenleri sırılsıklam olmuştu. Genç kız ağlamaya başladı. Ailesini ve arkadaşlarını düşündü. Sevdiği adam bin yıl geride kalmıştı Rigel, en yakın arkadaşı bin yıl geride kalmıştı Alhena. Her ne kadar sürekli tartışsalar da kardeşi gibi sevmişti Altair'i. Hepsi bin yıl geride kalmışlardı. Ölmüşlerdi.

ANALEMMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin