Bölüm 1

482 38 23
                                    

-Şimdiden uyarayım,yeni bölüm için lütfen beni darlamayın çünkü bu hikayeye başlama konusunda hala nötrüm:))

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

-Şimdiden uyarayım,yeni bölüm için lütfen beni darlamayın çünkü bu hikayeye başlama konusunda hala nötrüm:))

acrab_algol






ÖLÜMÜNE AŞIK

“Beni ben olduğum için istemiyorlar,
Çünkü ben,
Hala istemedikleri eski benim.”
Jack London


















BÖLÜM 1

Güneş, en tepedeydi. O kadar ki içine çektiği her solukta ciğerleri sıcak havadan nasibini alıyor, kuruyordu. Elindeki su şişesine baktı. Soğukluğundan eser kalmamış, sıcağın etkisiyle buharlaşmıştı neredeyse. Başındaki hasır şapka bile onu güneşin gazabından korumuyordu. Oysa sıcağı, sıcak havayı çok severdi. Ama bu kez her nedense aynı hisleri paylaşmıyordu.

“Esra!”

Kumsala vardığında kendi kendisine söyleniyordu. Evden çıkması o kadar zor olmuştu ki… Yine de olumlu düşünmeye çalışıyordu. Arkadaşlarının yüzüne bakarken gülümsüyordu. Ankara’da yaşıyor olsalar da ailesinin Marmaris’te yazlığı vardı ve Esra buna sahip oldukları için şükrediyordu. Hem annesi hem de babası emekli öğretmenlerdi. Buraya taşınmak için okulunu bitirmesini bekliyorlardı. “Hey, dalmışsın yine?” Mine’nin sesiyle içini çekerek omuzlarını silkti. Plaj çantasını ayaklarının dibine bıraktıktan sonra “Herkes geldi mi?” diye sordu. Etrafına bakındı. O kadar çok insan vardı ki. Üzerindeki elbiseyi çıkardığı sırada bakışları az ilerisinde bir noktaya takıldı. “Aaa,” dedi Fatma hemen “Faruk değil mi o?”

Esra, bikinisinin iplerini sağlamlaştırırken “Abimle aranızda yaş farkının olduğunu biliyorsun değil mi?” diye sordu. Bir yandan da gülüyordu.

“Ne olur sanki aramızı yapsan?” Fatma’nın yalvarır gibi söylediği sözler üzerine kıkırdayarak denize doğru yürümeye başladı. Gözlerini kapatıp kendisini mavi sulara bıraktığında aklında ne Fatma’nın serzenişleri ne de evden çıkarken babasıyla etmiş oldukları kavga vardı.

Yarım saat sonra kumların üzerinde sere serpe uzanıyorlardı. Esra, kaslarını esnetmiş, çenesini kollarına yaslamışken tepesinde beliren gölgeyle başını kaldırıp, gelen kişiye baktı. “İskender.” Dedi. Yazlık evleri yan yanaydı. Çocukluklarından beri tanışıyor olmalarına karşın Esra, bu çocuğa karşı hiç arkadaşça duygular beslememişti. Gerçi öbür türlüsü de yoktu ya. Yine de İskender vazgeçmiyordu.

“Nasılsın Esra?” diye sorup, ardından tam önünde eğildiğinde kızların birçoğundan itiraz sesleri yükselmişti. Esra, gözlerini devirerek doğrulurken “İyiyim, İskender” dedi “Sen nasılsın?” Neden bu konuşmayı yaptığını bile bilmiyordu.


“İyiyim. Ne zamandır seni yakalamayı umuyordum.” Diyen genç adama şaşkınlıkla bakınca İskender hemen açıklamaya girişmiş ancak Esra buna izin vermemişti. Çünkü dalyan gibi olan abisi tüm heybetiyle üzerlerine doğru geliyordu.

“İskender?”

Abisi tam bir komandoydu. Uzun boylu, yapılı, güçlü ve kararlı bir görünüşü vardı. Kopkoyu saçları, Esra’nın teninden bir ton daha koyu bir ten rengine sahipti. Konuşurken sesi o kadar gür çıkıyordu ki Esra her defasında yüzünü buruşturmak zorunda kalıyordu. Bazen birliğindeki askerlerin korkudan altlarına edip etmediklerini çok merak ediyordu. Evet, abisi bir askerdi. Hem de gerçek bir asker. Çoğu zaman yanlarında olmuyordu. Söz konusu vatansa ondan günlerce, aylarca haber almadıkları oluyordu. Evdeki tartışmaların büyük çoğunluğunun ana kaynağı da buydu. Babaları hiçbir zaman Faruk’un asker olmasını istememişti. Askerliğini yapsın ama bunu meslek haline getirmesin! Esra ise tam tersini düşünüyordu çünkü abisini üniformalarının içinde görmüştü. O kadar büyüleyici aynı zamanda kudretliydi ki. Her düşündüğünde, abisini o haliyle her görüşünde tüyleri diken diken oluyordu.

“Onu nereye gönderdin?”

Abisinin elini uzatmasıyla ayağa kalktı. Kızlar hemen yanı başında iç çekiyorken Esra akşam görüşeceklerini söyleyerek yanlarından abisiyle uzaklaştı. “Akşam dışarı çıkmana izin mi verdiler?” diye soran abisinin kolunun altına girmişken, “Benim için kendini feda edersin diye düşünüyordum.” Dedi.

“Babamla kavga etmişsiniz.” Dedi abisi “Yine. Neden?”

“Büyüdüğümü, kendi kararlarım olduğunu unutuyor. Bana her defasında ‘kendi fikirlerin olabilir ama senin değil benim fikrim önemli’ deyip duruyor. Alt tarafı plaja geliyorum. Buraya bunun için geldik, değil mi? Şahsen ben bunun için geldim. Onlarla birlikte üç ay boyunca bir evde tıkılı kalmak için değil.” Dediğinde abisi onu kendisine çekerek başının tepesine bir öpücük kondurdu. “Babamı biliyorsun,” dedi yumuşak çıkmasına özen gösterdiği sesiyle “Ne kadar sert olsa da senin iyiliğini istiyor.”

“Hayır, senin yaptığın gibi benim de burnumun dikine gideceğimi düşünüyor ama yanılıyor.” Dediğinde abisini itekleyerek ondan kurtulmaya çalıştı.

“Yapma, Esra.”

“Neden?”

Sahil şeridi boyunca yürürlerken birkaç kişi dönüp onlara baktı. Esra, bağırarak konuşmaya devam ediyordu. “Senin öğretmen olmanı istiyordu. Bunun için gece gündüz çalıştığınızı biliyorum. Seninle ilgili hayallerini, hikâye anlatır gibi anlatıyordu. Ama ne oldu? Sen istediğini seçtin bense onun istediğine boyun eğdim. Ve bunun sonsuza dek öyle kalmasını istiyor.” Dediğinde gözlerine dolan yaşları yok etmek istedi. Abisi gelip ona sarıldığında “Bu kadar anlayışsız olmak zorunda mı? Ben öğretmen olmak istemiyorum. Hiç istemedim.” Diye inledi. Abisi saçlarını okşayıp, başının tepesine öpücükler kondururken kıkırdayarak “Anket defterine dansöz olmak istiyorum diye yazmadan önce düşünecektin onu.” Dedi. Esra, boğuk sesler çıkarıyordu. Sonunda ayrıldıklarında “Sekiz yaşındaydım.” Dedi “Mezdeke grubu da oldukça güzel ve gizemli gözüküyordu gözüme”. Abisinin gür kahkahası keyfini yerine getirirken onu itekleyerek saçlarını düzeltti. Ellerini beline koyup “Yemeğe gelecek misin?” diye sordu.

Abisinin gülümseyen yüzündeki ifade bir an kaybolur gibi oldu ancak sonrasında Esra’nın içine su serpilmesine neden olacak şekilde konuşunca kızın yüzünde güller açtı. “Hadi git,” dedi Faruk “Arkadaşların seni bekliyor.”

“Hı hı,” dedi genç kız gözlerini devirerek “Fatma aranızı yapmam için beni taciz edip duruyor.” Abisi onun gidişini seyrederken keyifle gülüyordu. Bazen onların yerinde olmak için her şeyini verebileceğini düşündü ve sonra arkasını dönüp gitti.

*

Sol omzuna güneş kremini sürerken yüzünü buruşturup duruyordu. Güneş yanığı aşina olduğu bir durum değildi ama bugün o kadar sıcaktı ki pişmemiş olması imkansızdı. “Şu haline bir bak,” diye homurdanıyordu annesi. Kısa, dalgalı saçlarını kemik bir tokayla arkasında toplamış endişeli aynı zamanda kızan bakışlarla aynadan kendisine bakıyordu. “Her gün o kumsala gitmek zorunda mısın?”

“Yüzmeyi seviyorum anne.” Dedi Esra omzuna kremini sürerken.

“Ve geldiğin şu hale bak.”


Genç kız dudaklarını ısırarak bir nefes koyuverdi. Henüz yirmi bir yaşındaydı ve üzerindeki aile baskısı o kadar fazlaydı ki bazen tüm bu yaşananların hayal ürünü olduğunu düşünüyordu. Ama değildi. Annesi istediğinde şeker gibi biri olabilirken, çoğunlukla aksi biri olmayı nasıl başarıyordu aklı almıyordu. “Yüzmeyi seviyorum anne, eğer siz burada olmaktan mutlu değilseniz neden her yaz tatilinde buraya geliyoruz söyler misin?” Sinirinden hissettiği hararet daha da artmaya başladı. Çekik gözleri, güzelim kahverengi gözleri sinirden kısılmış, her an kavgaya tutuşacakmışçasına annesinin ela gözlerine bakıyordu. Kadın cevap vermek yerine “Yemek neredeyse hazır, burada çok oyalanma.” Deyip dışarı çıktıktan sonra gözlerini kapattı. Omuzları yorgunlukla düşerken başı da öne doğru eğildi. Sonra ayağa kalktı ve küçük bel çantasını eline alıp annesinin peşinden dışarı çıktı.

Yemek o kadar sessizdi ki Esra’nın konuşmak için bir çaba göstermiyor oluşu abisinin sinirlerini tepesine çıkarıyordu. Her ne olursa olsun, bu masada onun konuşmasına, heyecanla bir şeyleri anlatmasına o kadar çok alışmıştı ki şimdi bu kadar sessiz ve kendi içinde gürültüler çıkarıyor olması Faruk’un tepesini attırıyordu. “Tatil nasıl gidiyor?” diye sordu annesine bakarak “Merkezde tur programları çok yoğun.”

“Marmaris’in çok sıcak olduğunu unutuyorsun gibisin, annecim. Ayrıca tekne turlarından hoşlanmadığımı bilirsin. İnsanların bundan nasıl keyif aldığını inan bilmiyorum.” Diyen Elvan Hanım gülümseyerek gözlerinin içine bakınca genç adam “Belki bir ara bu fikrini değiştirirsin.” Diyerek gülümsedi.

“Biz senin fikrini değiştirebildik mi ki annenin fikri değişsin?”

Elvan Hanım “Âdem!” diye uyarsa da adamın öfkeli bakışları oğlunun üzerinden çekilmedi. Faruk ise bunu umursamadı. Senelerdir bu bakışlara maruz kalıyordu zaten o yüzden artık ailesinin bilhassa babasının bu tavrına karşı bağışıklık kazanmıştı. “Ben istediğim şeyi seçtim eğer bu senin için iyi değilse verecek bir cevabım yok.” Deyip su bardağını eline aldı. “Ne anlıyorsun o insanlarla dağ bayır gezmeye? Ülke ülke dolaşmaya?” diye bağıran babasının ağır eli masaya inince Esra yerinden sıçradı. Elindeki çatal gürültüyle yere düştüğünde Faruk’un da gözleri karardı. “Sana bunun açıklamasını yapacak yaşı çoktan geçtim!” dedi sakin bir sesle.

Âdem Bey gülümsedi “Öyle mi beyefendi? O zaman benim soframda ne işin var senin? İstenmediğini anlatmam için seni illa kovmam mı gerekiyor?”

“Senin için mi geldiğimi sanıyorsun, baba? Ben Esra için buradayım!” dedi Faruk gözlerinden ateş çıkıyordu sanki “Ona da bana yaptıklarını yapma, hayattan keyif almasına engel olma diye buradayım. Yalnız olmadığını, kaçacak bir yere ihtiyacı olduğunda abisinin hala var olduğunu bilsin diye buradayım! Seninle bir işim yok!” dedi. Sözleri zehir zemberekti.

Âdem Bey “Bu ne cüret!” diyerek ayağa kalktığında Esra “Baba lütfen.” Dedi. Gözleri dolmuştu. Bu evde yaşadığı süre boyunca hiçbir şekilde ailesinin yüksek sesle kavga ettiğine şahit olmamıştı. Babası kızar, bağırır, hoşnutsuzluğunu dile getirir ve annesi de ona uyardı. Keza Esra da öyle. Ama abisinin gidişinden sonra her şey değişmişti. Babasının ilgisi, şefkati yok olmuş sanki özenle bakılması, eğitilmesi gereken bir robotmuşçasına davranılmıştı. Esra, soğuk, katı kimi zamansa duygularını dışa vuran dengesiz bir ruh haline sahip olmuştu. Şimdi gördükleriyse yaşadığı onca strese bir yenisini daha ekliyordu.

“Ona ne yaptığını görmüyorsun değil mi? Arkadaşlarıyla eğlenmek için hala senin iznine ihtiyaç duyuyor!”

Babası “Benimle yaşıyor!” diye bağırdı.

“Bu senin ona hükmedeceğin anlamına gelmiyor. Sonsuza kadar yaşayacağını mı sanıyorsun? Kendisine güvenmesini, dışarı çıkmasına izin vermeyerek onu bir kafese kapatınca istediğin kişi olacağını mı düşünüyorsun? Bu bende işe yaradı mı?”

Babası alay eder gibi “Sen aptaldın.” Dedi.

Faruk da bu sözler üzerine gülümsedi. “Kendini kandırmaya devam et Adem Bey,” dedi “Ama pençelerini kardeşimin üzerinden çek! Bunu bir daha söylemem!” Peçeteyi masaya bırakıp, kardeşine baktı. Başıyla kendisini takip etmesini söyledi. Esra, onun peşinden dışarı çıktığında titriyordu. Faruk onu kendisine çekerek sarıldı. “İçeride olanlardan ötürü üzgünüm ufaklık.” Dedi “Ama babam bazen…”

Genç kız başını sallayıp ona sarılırken “Sorun yok.” Dedi.

“Aynı şeyleri bende söylüyordum,” dedi abisi dalgın bir halde “Sorun yok. Bir süre sonra geçecek. Onun istediklerini yaparsam, beni rahat bırakacak. Ama bırakmadı. Seni de bırakmayacak. Bir şekilde hayatlarımızın kontrolünün kendi elinde olmasını istiyor. Onun neden böyle olduğunu sorguladığını biliyorum, aynısını bende kendime yaptım inan bana. Ama dünya onun etrafında dönmüyor ve merkezi de o değil.” Deyip kardeşinin başının tepesine sayısız öpücükler kondururken “Kaçmak istediğinde gelebileceğin bir yerin var.”

“Abi…”

“Olduğunu biliyorsun,” dedi Faruk “Yirmi bir yaşındasın, ona katlanmak için hiçbir nedene ihtiyacın yok. Kendi ayaklarının üzerinde durabilirsin. Çalışırsın, kendine bakarsın.” Yola çıktılar. Akşamın karanlığında, çekirgelerin çıkardığı sesler eşliğinde yürümeye başladılar. Hava nem ve deniz kokuyordu. Sahil kordonu boyunca yürüdüler. İnsanlar gülerek bir şeyler paylaşıyor, yaşıyorlardı. Bir dondurmacının önünde durup iki külah dondurma aldılar. “Sen… Yalnız mı geldin?” diye sordu Esra vanilyalı dondurmasını yerken.

“Hayır, arkadaşlarla geldim. Hepimizin farklı işleri olduğundan ayrılacağımız güne dek birlikte görülmememiz lazım.” Diyen Faruk dondurmasını ısırırken kaşlarını çattı. “Of bir külah daha mı alsak sonra?” diye sordu.

Esra, abisinin bu haline kıkırdayarak ona biraz daha sokuldu. Başını yaslayabileceği, ilgisine muhtaç olduğu birisinin olması hem güzel hem de kötü hissettiriyordu. Ama yine de güzeldi.

“Arkadaşların neredeler?” diye sordu Faruk.

Esra “Bu akşam bir konser var,” dedi “Barlar sokağında bir kulüpte işte.” Bakışlarını kaçırdı.

“Sadece kız arkadaşlar mı?” diye sordu Faruk.

Esra “Yani kızların plajda takıldığı oğlanlarda gelebilir tabi ama benim özellikle beklediğim biri yok.”

Bakışlarını yukarı kaldırıp abisinin gözlerinin içine bakınca onun gülümsediğini görerek rahatladı. “İlla ki biri bekliyordur” demesiyle “İskender olmasında” diye homurdandı. Adamın attığı kahkaha yoldan geçen birkaç kişinin dönüp kendilerine bakmasına neden oldu. “Hayatın tadını çıkarmaya bak,” dedi Faruk onu barlar sokağına doğru götürürken “Her günü bugün ölecekmişsin gibi yaşayacaksın. Hiçbir işini yarına ertelemeyeceksin.”

Esra “Güzel söz.”

“Yaşayarak deneyimledikçe ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın.” Deyip kızın omzunu sıktığında Esra “Abi,” dedi.

Faruk “Hım?”

“Seni seviyorum.” Bakıştılar. Faruk gülümseyerek onu şakağından öptükten sonra kulüpten içeri girdiler. Bakışları şahin gibi önce etrafını kolaçan etti ardından kız kardeşinin, arkadaşlarının yanına gidişini izledi. Onlara başıyla selam verdikten sonra, gideceğini, başka işleri olduğunu söyleyip yanlarından ayrıldı. Onlar gittiğini düşünürken Faruk da bir köşeye geçip, ekibindeki isminin hakkını verdi. Bir hayalet gibi tüm bir gece kız kardeşinin etrafını kolaçan etti.

**

Yazlık evdeki odasını toparlarken bir yandan da kendi kendisine gülümsüyordu. Abisinin sayesinde mükemmel bir, bir ay geçirmişti. Her akşam dışarı çıkmış, arkadaşları ve kumsalda tanıştıkları diğer gençlerle birlikte oturup şarkılar söylemiş, şarap içip kendilerinden geçmişlerdi. Esra düşününce çok fazla şeyde gözünün olmadığını fark ediyordu. Neredeyse çoğu kız arkadaşının sevgilisi olmasına karşın, tek başına takılıyor olmak onu rahatsız etmiyordu. Neredeyse tüm gençliğini – ki daha yolun başındaydı- İpek Ongun’un kitaplarını okuyarak geçiren biri olarak elindeki kitaplara gülümseyerek baktı. Onları bilerek Ankara’ya getirmiyor, burada tıpkı saklı bir hazineymişçesine saklıyordu. Bir ay sonra gerçek dünyaya döneceği düşüncesi bu sayede acısını biraz hafifletiyordu. Ankara’yı seviyordu. Soğuğunu, sıcağını, insanlarını ve yaşadığı bölgedeki o kusursuz sessizliği… Ama yine de burada olmayı her şeyden çok seviyordu ve ailesinin bu konuda fedakârlık yaptıklarını söyleyip durmaları bile canını sıkmıyordu. Yoğun geçen okul döneminden sonra sıkı bir tatili hak ediyordu. Öyle fahiş fiyatlarla, göz boyayacak, kendisini kaybedecek tatillerden bahsetmiyordu. Sadece sırtını yaslayıp, sessizliği dinleyebileceği bir yer istiyordu. Ve bunu yalnız istiyordu.

“Çok düşünüyorsun yine Esra.” Diye fısıldadı kendi kendisine. Bazen düşünceleri o kadar gürültü yapıyorlardı ki, bir şeylerle uğraşmadıkça o gürültüden kurtulamıyor, başının ağrımasına neden oluyordu. Eliyle kitaplarının kapaklarını okşayıp, geçen yaz abisinin yapmış olduğu mini kitaplığa diziverdi. Babası odasına çok fazla girmediğinden, içeriyi istediği gibi düzenleyebiliyordu.

“Düşünme artık.” Dedi kendi kendisine ancak faydasızdı. Babasının üzerindeki gölgesi korunaklı olmaktan çok bunaltıcıydı ve varlığını her düşündüğünde, düşüncelerinin arasına her sızdığında göğsünün ortasında bir daralma başlıyordu. Nefesi kesiliyor, paniklemeye başlıyordu. Zorla bir şeylere boyun eğdiriliyor olmanın verdiği his, içinin öfkeyle dolmasına neden oluyordu. “Dur artık.” Diyerek gözlerini kapattı. Alnını kitaplarına yaslayıp, kaşlarını çattığı sırada alt kattan gelen sesler yüzünün buruşmasına neden oldu.  Derin bir nefes alıp, doğruldu ve yukarı çıkan ayak seslerini duyar duymaz kapıya atıldı. Anahtarı çevirip, kapıyı kilitlediğinde bakışlarını odanın kapısına kilitlemişti. Annesinin kapının kolunu kavrayışını ve nazikçe aşağı indirişini izlerken, gözleri dolmuştu. Onun keskin bir nefes aldığını, konuşmak için duruşunu düzelttiğini, boğazını temizlediğini kapının öbür tarafındaymışçasına görebiliyordu.

“Esra?” Sesini duymasıyla kapaklar açıldı. Gözlerinden akan yaşları engelleyemeden yerine yenileri akmaya başladığında “Tatlım neden kapını kilitliyorsun? Öğlen yemeği hazır.” Dedi annesi.

Öğlen yemeği yemek istemiyorum. “Canım istemiyor, müsait değilim.” Dedi zar zor çıkan sesiyle. Yutkunma sesini duydu. Ellerini yumruk yaparak gözlerini kapatırken annesi “İçeride biri mi var?” diye sordu. Akabinde kapının kolunu bu sefer daha sert bir şekilde çekiştirildi. “Esra!” diye bağırdı yeniden Elvan Hanım “Bu konuda ne düşündüğümüzü biliyorsun!”

“İçeride kimse yok!” diye bağırdı genç kız “Hayatımı mahvediyorsunuz anladın mı beni anne? Yalnız kalmak istediğimi anlamıyorsunuz! Beni YALNIZ BIRAKIN!”

Elvan Hanım “İçeride biri var! Aman allahım içeride biri var! Babanı çağırıyorum!” diyerek kapının önünden alelacele ayrılışını şoka girmiş bir halde dinledi. Yirmi bir yaşındaydı ve ailesi tarafından zorbalığa uğruyordu. Fiziksel şiddete değil ama psikolojik şiddetin en ağırına maruz kalıyordu ve onların neden böyle davrandıklarına dair hiçbir fikri yoktu. Ağlayarak ayağa kalktı. Ayakkabılarını ayağına geçirip, çantasını yatağın üstüne attı. Cüzdanını kontrol edip, odanın penceresini açtığında derin bir nefes aldı. Babası söylenerek yukarı geliyordu. Bir bacağını dışarı attı. Ardından diğerini. Erik ağacının dalına tutunup, kendisini dışarı çektiğinde odanın kapısı ağzının beş karış açık kalmasına yetecek kadar hızlı açıldı. Babasının heybetli görünüşü kaskatı kesilmesine neden olsa da annesini görmek, neden orada olduğunu hatırlattı ve kendisini aşağı bıraktı. İki ve üç sıçrayışın ardından bahçeye indi. Koşarak evin etrafından dolaşırken babasının evin içinde esip gürlediğini, çok sevdiği kitaplarını yakacağını söylediğini duyuyordu. Durmadı. Koşmaya devam etti. Ta ki ciğerleri soluksuz kalıp şişene dek koşmaya devam etti.

*

“Al bakalım.” Burnunu çekip önüne bırakılan buzlu çaya gözlerini kısarak baktı. Marmaris merkezde, sahil kordonuna yakın bir restoranda oturmuş, dinleniyordu. Terden sırılsıklam olmuştu. Saçları alnına yapışmış, hala tüm kasları titriyordu. “Bende bir sorun var.” Dediğinde gözleri akıtamadığı gözyaşlarıyla dolup duruyordu.

“Sende hiçbir sorun yok bebeğim.”


Bu sözler üzerine dudaklarını birbirine bastırarak, saçlarını okşayan kadına çevirdi bakışlarını. “Annem öyle düşünmüyor, teyze.” Dedi.

Kadının gülümseyen bakışları karşısında yeniden ağlama isteğiyle dolup taştı. “Odamı kilitledim diye, içeride biri olduğunu düşündü. Ben yirmi bir yaşındayım ve eve hala bir arkadaşımı davet edemiyorum. Herkesin, her şeyin benim için kötü olduğunu düşünüyorlar. Ne zaman yemek yiyip yemeyeceğime bile onlar karar veriyor. Evin içinde emir komuta zinciri var ve benden onlara uymam bekleniyor. Çok yoruldum.” Ellerini yüzüne siper etti. Boğuk bir sesle “Alıp başımı gitmek istiyorum ama yapamıyorum.” Dönüp kadına sarıldı. Yüzünü onun boynuna gömdüğünde “Benim buraya geldiğimi duysa, kalp krizi geçirir kesin.” Diye homurdanınca teyzesinin şen kahkahası dudaklarının kıvrılmasına neden oldu. “Elvan ablam her zaman böyleydi. Yani ben kardeşiydim ama benimle kardeşi gibi değil de, sokak kedisiyle ilgilenirmiş gibi ilgilenirdi.”

“Bende bir sorun var.”

Neslihan Hanım içini çekerek onu omuzlarından tutarak kendisinden uzaklaştırdı. “Sende hiçbir sorun yok tatlım. Tek sorunlu ailen. O dört duvar arasında otura otura oksijen eksikliği yaşıyorlar. Kendi güvensizliklerini, eksiklerini sendeymiş gibi gösteriyorlar. Sende hiçbir sorun yok.”

Esra “Eve gitmek istemiyorum.”

Neslihan Hanım “Bende kalırsın. Onlarda eğer dediğin gibi kalp krizi geçirirlerse, ölmeleri için dua ederiz. Baktık öldüler gider gömeriz” deyip göz kırptığında Esra’nın bakışları dondu. Onun ne olursa olsun, ailesine karşı hissettiklerinin büyüklüğü kadının içini çekmesine neden oldu. “Sen kanatları uçmak için hazır ola geçmiş bir kuşsun ve onlar da senin kanatlarını gün be gün koparıp duruyorlar. Onlara katlanman için hiçbir mecburiyetin yok. Seviyor olabilirsin, bende seviyorum ama bir şey sana zarar veriyorsa, onun seni bırakmasını beklemektense senin onu bırakman en iyisi olur. Sen tanıdığım en güçlü, en cesur insanlardan birisin. Onların seni manipüle etmelerine izin verme.”

“Kitaplarımı yakacağını söyledi.” Dedi Esra.

Teyzesi “Baban her ne kadar diktatör olsa da senin kitap okuyor olmanı içten içe takdir ediyor emin ol. Onlara hiçbir şey yapmamıştır.”


İçini çekerek kadına yeniden sarıldı. Yanan gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, bir karar verdi.

Akşam olduğunda eve camdan girmek yerine kapıyı kullandı. Anahtarı çıkarıp içeri girdiğinde annesiyle babasını yemek masasında buldu. Abisi de oradaydı. Babasının keskin bakışları üzerine odaklandığında derin bir nefes alarak yanlarına gitti. “Annem tatlı yapmış.” Dedi Faruk “Bir tabak al, gel.” Gün içerisinde olanları demek söylememişlerdi öyle mi? Esra, ağrıyan şakağını ovuşturup “Canım istemiyor” dedi “Aç değilim.”

Annesinin genzinden çıkan sesi ona bakmasına neden oldu. Dudakları gerilirken, çantasının sapını tutmakta olduğu elinin eklemleri bembeyaz oldu. “Size afiyet olsun,” dedikten sonra masadan kalktı ve odasına gitmek üzere merdivenlere yöneldi.

Babası arkasından “Yarın sabah Ankara’ya gidiyoruz.” Dediğinde adımlarını durdurmadı “Tamam” dedi.

BİR AY SONRA

“Daha hızlı! Yumruklarını savururken kendini çok açıkta bırakıyorsun, rakibinin savunmasız anını yakalayacağım derken kendi gardını düşürüyorsun.”

O akşamın ertesi günü apar topar Ankara’ya geldiklerinde, üzerinde tahmin etmediği bir durgunluk vardı. Ne isterlerse yerine getiriyordu. Otur dediklerinde oturuyor, kalk dediklerinde kalkıyor. Babası dersleriyle ilgili ona sorular sorduğunda, yılmadan her birini üzerinden tekrar tekrar geçerek anlatıyordu. Arkadaşlarıyla görüşmüyordu. Fatma bile artık onu aramaktan neredeyse vazgeçmişti. Esra, kendi içinde yeni bir dünya kurmuş, yeni biri olmaya hazırlanıyordu. Bazen abisinin sürpriz aramaları oluyordu. Böyle zamanlarda sertleştiğini umduğu kabuğu kırılıyor, akıtmadığı gözyaşları her telefon konuşmasının sonunda uyuyuncaya dek akıyordu. Şimdiyse bir savunma sanatları kursunda krav maga öğreniyordu. Kondisyonu iyiydi. Gücü, çevikliği, hızı… Kendisini korumak adına, belki de içindeki öfkeyi atmak adına başvurduğu bu yeni yol şimdilik kendisine iyi geliyordu. Okul başlamış, derslere gidip geliyor, staj için bir yer arayıp duruyordu. Babası bu dönemde üzerindeki baskıyı bir nebze olsun azaltmıştı. Son senesi olduğunu ve iyi bir notla mezun olmasını istediğini söylediğinde Esra’nın verdiği tek yanıt “Merak etme.” Olmuştu.

“Etmiyorum. Dediğim gibi olacak.” Demişti babası da.


Ve şimdi her defasında yeri boyladığı minderde bu sefer hocasının yatıyor oluşuna tanıklık ediyor olmak, içinin mutlulukla dolmasına neden oluyordu. “Başardım!” diye bağırdı. Havaya savurduğu yumruğu öperek, adamın yerden kalkması için elini uzattığında “Bundan hiç şüphem yoktu zaten.” Dedi Akın.

Gidip bir bankın üzerine oturdular. “Daha iyi ve sıkı bir eğitimle, çok daha iyi olabilirsin. Ben sadece temel hareketleri gösterdim sana.” Uzatmış olduğu suyu alan Esra “Bunu yapabilmek bile benim için ne demek tahmin dahi edemezsin.” Dedi. Ardından suyundan bir yudum aldı. Dudaklarını birbirine bastırdığında “Savunma sanatları bazen terapi gibi geliyor.” Dedi Akın.

“Bu yüzden mi bu işi yapıyorsun?” diye sordu Esra da.

Akın “Hem bu yüzden hem de birilerine bir şeyler öğretmeyi seviyorum. Senin gibi tepki verdiklerinde bende mutlu oluyorum.” Dedi. Uzanıp elinden suyunu aldı. “Uzun zamandır dikkatimi çeken bir şey var sende.” Dedi. Suyundan içerken bir gözü de Esra’nın üzerindeydi.

“Neymiş o?”

Akın “Çok fazla düşünüyorsun. Atacağın ilk adımı hesaplamadan hemen arkasından gelecek olanı ön görmeye çalışıyorsun ve merak ediyorum, acaba sen… Yani senin bir erkek arkadaşın var mı?”

Esra, bu sözler üzerine önce kızardı ardından gülümseyerek bakışlarını kaçırdı. “Yani bana zekamla iltifat ederken konu birden özel hayatıma nasıl geldi anlamadım?” diye sorduğunda üst dudağını dişledi. Akın’a baktığında onun da gülümsediğini gördü. “Hayır, erkek arkadaşım yok. Buna ayıracak zamanım da yok zaten.” Dediğinde genç adam “Hmm” dedi.

“Ne hım?”

Akın “Bir şeyler yapmak ister misin?”
Esra, gülümsedi. Ona bakıp içini çekerken “Ne gibi şeyler?” diye sordu.

Akın “Krav Maga olmadığı kesin.” Dediğinde genç kız başını sallayarak gülümsedi. O günden sonra Akın’la iyi bir ilişkileri oldu. İlk erkek arkadaşıydı ve elini ilk tutan kişiydi. İlk öpücüğünü aldığında kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Neredeyse tüm ilklerini onunla yaşıyordu. Bulutların üzerindeydi adeta. Ekim ayında abisi şehre gelmişti. Onun gelmesi demek Esra için bayram demekti. Evde onun olduğunu bilmek, onunla yemek yemek, konuşmak bir ömre bedeldi. Ona çekinerek de olsa Akın’dan bahsetmekse her şeydi. Hiçbirinde korktuğu olmamıştı. Abisi ona gülümsemiş, dikkatli olması konusunda ona nasihat vermişti. Ama Esra’da bir şeyler vardı. Abisi bu gelişinde ona bir kolye hediye etmişti. Boynuna takarken “Zayıflamışsın.” Dedi Esra “İyi olduğuna emin misin?”

“Çok fazla koşturuyoruz,” diye yanıtladı Faruk yanağından öperken “Onun dışında hiçbir sorun yok.” Kardeşini kucaklayıp aynadan aksine baktığında “Çok yakıştı ufaklık.” Dedi.

“Bunu hep saklayacağım.” Dedi Esra da “Keşke mikrofon gibi bir şey taksaydın.” Dediğinde Faruk şaşırarak ona baktı. “Öyle mi? Neden?”

“Seninle buradan gizli gizli konuşurduk.” Dedi Esra da “Anlarsın ya”

Abisinin kahkahası karşısında gülümseyerek kolyesinin ucunu eline aldı. “Bunu boynumda taşımak istemiyorum ama,” dedi. O anda aklına başka bir fikir gelmişti. “Kulaklarını bu kadar deldirirken aklından ne geçiyordu senin?” diye soran abisine bakıp kulaklarına dokundu “Küpe takmayı seviyorum.” Dedi kaşlarını çatarak “Hem düşündüğün gibi acımıyor bile.” Deyip gülümsedikten sonra “Hadi aşağı inelim” dedi.

Yemek için masaya oturduklarında mutlak sessizlik yine hakimiyetini sürdürüyordu. Esra, okul ve staj arasında neler yaşadıklarını abisine anlatırken, babasının hiç sesini çıkarmadan kendisini dinlemesi onu daha da teşvik ediyordu. “Staj yaptığın okulu babam buldu demek?” diyen abisine başını salladığında “Güzel bir yer,” dedi “Öğrenciler biraz sorunlu ama herkes o yaşta ergenliğinin zirvesinde oluyor zaten.”

“Kendin gibi olursan kimse sana sataşmaz.” Diyen annesine baktığında “Ben olmam gerektiği gibiyim zaten anne,” dedi Esra “Benden tam olarak ne beklediğini inan bilmiyorum.” İştahı kaçmıştı.

“Staj yaptığın okul çokta önemli değil, mezun olduktan sonra başka bir okulda da öğretmenlik yapabilirsin.” Dedi abisi.

“Özel bir okulda çalışmayacak,” dedi babası “Atama sınavlarına girecek!”

Faruk, güldü. “Yani o kadar sene okudu ve bir o kadar sene de atanmayı bekleyecek öyle mi?”

“Yüksek puan alacak! O zaman önünde hiçbir engel olmayacak!”

Faruk, dudaklarını birbirine bastırarak içini çektikten sonra “Bu ülkede yetmişin üzerinde puan alıp da hala atanamayan kaç öğretmen var biliyor musun baba? Hı? Bilmiyorsun ya da umurunda değil.” Deyip Esra’ya baktı “Hoşuna gider mi bilmem ama senin için içeridekilerden biriyle konuşurum. Belki askeri okullardan birinde çalışabilirsin.” Dediği an babasının elini masaya indirmesiyle büyük bir gürültü koptu. “Seni serseri! Bunun için geldiğini bilmediğimi mi sanıyorsun?” diye bağıran yaşlı adamın çene kasları kasılırken Faruk “Kardeşim için en iyisini istiyorum. Sende istemiyor musun?” diye sordu.

Adem Bey “O benim kızım!” dedi.

“Benim de kardeşim!” dedi Faruk “Bu durumda ikimizde eşit durumdayız.”

Adem Bey “Senin peşinden o yerlere gelmesindense hiç çalışmamasını tercih ederim.”

Esra, nefes alamadığını hissederek gözlerini kapattı. “Sadece bir öneriydi.” Dedi. Konuşmaların kesildiğini duyduğunda, gözlerini açarak onlara baktı. “Abim sadece bir öneri de bulundu.” Dedi.

“Bulunamaz.” Dedi babası sert bir dille.

Esra “Seçim bana ait.” Dedi.

Adem Bey “Anlamadım?”

Esra, derin bir nefes aldı. “Benden öğretmenlik okumamı istediniz. Okudum. Alttan ders bırakmamı istediniz, bırakmadım. Ama size öğretmenlik yapacağımı söylemedim.” Kucağındaki peçeteyi katlayıp tabağının yanına bıraktıktan sonra sandalyesini geri iterek ayağa kalktı. “Afiyet olsun.” Dedi.

“Ben sana izin vermeden hiçbir yere gidemezsin!” diyen babasının sözleriyle durup onun gözlerinin içine baktı. Avuç içlerini masaya yaslayıp, ona doğru eğildiğinde “İzle ve gör.” Dedi. Doğruldu ve arkasını dönüp dışarı çıktı. Babasının abisine bağırdığını, onunla kavga edişini dinledi. Yarım saat sonra abisi yanına geldiğinde “Benim yüzümden aranızda daha fazla kavga çıksın istemiyorum” dedi.

Faruk “Beni ondan daha çok sevdiğin için kıskanıyor hepsi bu.” Dese de Esra’yı güldüremedi.

“Bir süredir Krav Maga dersleri alıyorum,” dedi.

Faruk şaşırdı “Öyle mi?”

Esra başını salladı. “Akın, öğretmenim. Hani sevgilim olan.”

Faruk “Hım.”

Esra “Mezun olduktan sonra evden ayrılacağım. Ne düşüneceklerini az çok tahmin edebiliyorum ama artık dayanamıyorum. Beni lisedeyken onlara baş kaldırdığım için sürekli psikoloğa getirip durdular ama asıl kendilerinin gitmesi gerekiyor. Buna daha fazla dayanamayacağım. Dayanamıyorum da zaten. Neden böyleler anlamıyorum? Anlayamıyorum.” Deyip içini çektiğinde abisinin “Her zaman yanındayım.” Demesi üzerine ona bakıp iç geçirdi. “Biliyorum.” Dedi “Ve bu inan her şeyden daha iyi geliyor.”

O gece sabaha kadar Esra’nın odasında oturup, konuştular. Faruk ona işiyle ilgili ufak tefek birkaç bilgi verirken kardeşinin gözlerinin parlaması içindeki burukluğu hafifletti. Gün doğduğunda Faruk gitmek üzere hazırlandı. Esra da okula gitmek için hazırlandı. Birlikte evden çıktılar. Bir pastaneden poğaça ve meyve suyu aldılar. İkisi de farklı yönlere doğru gittiler. Kasım ayının sonunda okulda sağcı solcu kavgaları artmıştı. Esra bunlara bir anlam veremiyordu. Arkadaşlarına sormak istese kimseyle konuşmadığından, hiçbiri onunla bir şey paylaşmak istemiyordu. Akın, onu okuldan sonra alacağını belirten bir mesaj yazdıktan sonra Esra kampüslerin arasında dolaşıyordu. Kantinden çığlık atarak çıkan bir kız “Polis çağırın!” diye bağırdığında hiçbir şeye anlam veremedi. Molotof kokteylleri, etrafını saran dumanların arasında kalmıştı. Sandalyeler havada uçuşuyor, insanlar birbirlerine vurup, ite kaka bir şeyler söylüyordu. Genç kız, kalabalığın arasında kaldı. O arbedede yere düştüğünde başını kaldırımın kenarına çarptı. Bir çocuğun elinde silah vardı. Herkesi öldürmekten bahsedip duruyordu.

“Esra!” diye bağırdığını duydu birilerinin. Başını kaldırıp baktığında Fatma’nın ağlayarak kendisine seslendiğini gördü. Sağ gözü bulanırken, elinin tersiyle gözünü sildi ve eline bulaşan kana baktı. Siren sesleri yükselmeye başlamıştı. Mikrofonlardan eli silah tutan çocuğun teslim olması konusunda talimatlar duyuyordu. Başı zonklamaya başladığında, sersemlemiş bir halde ayağa kalkmaya çalıştı. “Otur yerine!” diye bağırdı çocuk.

Esra, yüzünü buruşturdu. Midesi bulanıyordu şimdi de. “İyi hissetmiyorum” dedi. Bir kez daha gözünü sildi. “Sana yerine otur dedim!” diyen çocuk gözlerini iri iri açmış, silahını ona doğru sallarken Esra bayılmak üzereydi. Silah sesi duyuldu. Herkes çığlık atmaya başladığında Esra yere geri oturdu. Kalçası acıdı. Sağ omzunda bir yanma vardı. Derken bir el daha ateş edildi. Az önce elinde silah tutan çocuğun yere yığılışını buğulu gözlerle izledi. Başı geriye doğru düşerken birinin üzerine doğru eğildiğini fark ederek, çırpınmaya başladı. “Sakin ol! Hey! Kendine gel.” Diye bağırdı adamın biri.

“Yakalayın şunu artık!” diye bağıran adam kızın başını tutup kaldırdı. “Buraya acil bir ambulans gönderin. Biri yaralanmış. Başından ve…” durup üzerini kontrol etti. Omzuna dokunduğunda Esra acıyla inleyerek gözlerini araladı. “Omzundan vurulmuş. Duydunuz mu beni?”

“Aç gözlerini, hadi güzelim. Bana bak.” Diyordu adam. Esra, gözlerini açarak ona baktı. Gördüğü simsiyah gözlerden başka bir şey değildi. İçini çekti. Aldığı her derin nefes başının daha çok dönmesine neden oluyordu. “İşte böyle” diyen adam onu sımsıkı tutmaya devam ederken Esra’nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Ardından gözlerini kapattı ve boşluğa yuvarlandı.

**
Uyandığında ki keşke uyanmasaydım diye düşünüyordu başındaki zonklama omzundaki ağrıdan daha çoktu. Annesi dualar ederek tepesinde belirdiğinde Esra hala olan bitene bir anlam veremiyordu. “Baban doktoru çağırmaya gitti, annecim. İkimizde duyduğumuzda aklımızı kaçırıyorduk.” Onun neden bahsettiğine dair bir fikri yoktu. “Su.” Diyebildi sadece. Doktoru gelip gözlerinin içine ışık tuttuğunda canı öyle çok yandı ki adamın elinden kurtulabilmek için çırpınmaya başladı. “Her şey yolunda gözüküyor. Hadi seni biraz oturtalım.” Diyen adam yatağın başını hafifçe yukarı kaldırdığında Esra’da babasının yüzünü görmüş oldu. Kireç gibiydi.

“Daha iyi misin?”

Esra “Biraz midem bulandı” dedi.

“Tamam biraz serumunu açalım, tansiyonun düzelsin. Kendini nasıl hissediyorsun?”

Esra “Başım ağrıyor sadece.” Dedi.

“Pekâlâ, bu çok normal. Sana bir ağrı kesici yapmalarını isteyeceğim ama ondan öncesinde dışarıda ekipler var, ifadeni almak istiyorlar.” Diyen doktora ters ters baktı “Ben yaralandım.” Dedi “Neden ifade vermem gerekiyor?”

Adam gülümseyerek içini çektikten sonra “Bunu onlara sorarsın.” Diyerek ailesini de yanına alarak dışarı çıktılar. Esra hala kendisine su verilmediğini fark ettiğinde ellerini yumruk yaparak beklemeye başladı. İçeriye bir polis memuruyla sivil iki adam girdi. Toplamda üç kişiydiler. “Geçmiş olsun.” Dedi polis memuru yanına gelip otururken “Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”

Esra, ona bakmak yerine karşısında dikilmekte olan adamlara bakıyordu. İkisinin de gözünde güneş gözlüğü vardı. “İyiyim ben,” dedi memura bakmadan.

“O zaman başlayalım.” Dedi polis memuru.

Esra “Su istiyorum” dedi. Bakışları adama döndüğünde onun bir an bocaladığını ardından isteğini yerine getirişini izledi. Küçük yudumlar aldığı suyunu iki eliyle tutarken “Neden gözlük takıyorlar?” diye sordu.

Polis memuru kaşlarını çatarak onlara baktı ancak bir şey demedi. Bunun yerine Esra’ya sorular sormaya başladı. Kızın verdiği tek yanıt evet ya da hayırdı. “Belki başka bölümdendi bilmiyorum, son senem olduğu için okulla pek bir ilgim yok. Öldü mü?”

“Hayır,” dedi polis memuru “İfadesi alınıyor onun da.”

Memurun ifadesini okumasının ardından imza atması için aldığı kalemi parmaklarının arasında çevirirken “Bayılmadan önce beni ayıltmak için uğraşan bir adam vardı.” dedi Esra.

Polis memuru kaşlarını çatarak arkasındaki adamlara baktı. İçlerinden bir tanesinin gülümsediğini fark edince, ona hırlar gibi bir ses çıkarıp yeniden Esra’ya döndü. “Bir şey hatırlıyor musun ona dair?” diye sordu.

“Kaba biriydi.” Dedi Esra “Ama onun gibi gülümsemek yerine onun gibi somurtuyordu.” Dedi başıyla gülümsemekte olan adamın yanındakini işaret edip. “Simsiyah gözleri vardı. Tek hatırladığım bağırıp çağırdığı ve beni sımsıkı tuttuğu. Kim olduğunu biliyor musunuz?” İmzasını atıp, ifadesini verdikten sonra ayağa kalkan polis memurunun gözlerinin içine baktı. Adam “Hayır.” Deyip geçmiş olsun dedikten sonra geldikleri gibi geri gittiler. Esra, onların peşinden bakarken kaşlarını çatmıştı. Akşama doğru yemesi için odaya yemek getirdiklerinde canı hiçbir şey istemiyordu. Başındaki ve omzundaki ağrıları geçmişti ama canı sıkılıyordu. Aklında sadece bu sabah olanlar ve gözünü her kapattığında gördüğü gözler vardı. Saçmaydı belki ama bunu her düşündüğünde kendisini gülmek isterken buluyordu. Odanın kapısı yeniden tıklatıldığında abisinin gelmiş olabileceği düşüncesiyle kalbi hopladı ama kapı açılıp da içeriye Akın’ın bedeni girdiğinde o heyecan yerini anlık bir korkuya bıraktı. Ailesinin Akın’dan hiçbir şekilde haberi yoktu. Annesiyle babasının anlık bakışlarını yakaladığında kendisi için faturanın kesildiğini daha Akın içeriye ilk adımını atmadan anlamıştı. Onu bakışlarıyla uyarmak istese dahi yapamamış, elindeki çiçeklerle yanına kadar gelip, ellerinden tutup her birine öpücükler kondurduğunda sesini çıkaramamıştı. Aynı şekilde annesiyle babasının da sessizliği öldürücü bir darbe niteliğindeydi.

Akın, bir saat sonra yanından ayrıldığında babası da küfür eder gibi çıkış işlemlerini halledeceğini söyleyerek yanından ayrılmış, ardından annesinin onaylamayan bakışlarıyla baş başa kalmıştı.

“Bence de sus.” Diyen annesi söylenerek eşyalarını bir çantanın içine sıkıştırırken Esra yeniden camdan dışarı bakmaya başlamıştı. Koridorda babasından aldığı destekle yürürken, izlendiğinin farkında değildi.

“Seni tanıdı.” Diyordu az önce odada gülümseyen genç adam “Beni görmüş olsaydı keşke.”

“Hastaneden ayrılmak için erken değil mi? Müşade altında tutulması gerekmiyor mu?” diye soran adamın sesi sertti.

“Ondan etkilendin mi? İtiraf ediyorum farklı bir aurası var. Çekik gözler falan…”

“Yanımda sırıtmaya devam edersen bir alt kattaki dişçiye görünmek zorunda kalacaksın, Yahya.” Diye uyardı adam.

“Ama çok eğlenceli.” Dediğinde adamın hırlamasıyla bir adım geri çekilerek teslim olur gibi ellerini kaldırdı. “Sustum.” Dedi. Ardından işlerine döndüler.
**

“Biz seni okula gidiyor bilirken meğerse kızımız başka şeyler peşinde koşuyormuş!” babası eve geldiklerinden beri bağırıp çağırıyordu. Eğer kendisine vuracak olsa Esra sanırım bundan rahatsızlık duymazdı. “O benim erkek arkadaşım.” Dediğinde “Senin erkek arkadaşın falan olamaz!” diye gürledi babası.

“Bu kötü bir şey değil baba, neden bunu bu kadar sorun ediyorsun?”

Âdem Bey “Çünkü seninle ilgili planlarım var ve bunların hepsi onları yerle bir eden şeyler!” dediğinde “Bu benim hayatım.” Dedi Esra “Senin düşündüğünün aksine bunlar beni yok etmiyor aksine bana iyi geliyor. Sevilmek, değer görmek, ilgilenilmek bunlar güzel hissettiriyor.” Dediğinde “Kullanılıp bir kenara atılmak mı istiyorsun? Erkeklerin nasıl olduğunu bilmiyorsun?”

Esra dilinin ucuna gelen sözleri zar zor yuttu. Derin bir nefes alırken, dilini ısırıyordu aynı zamanda. Hakarete uğramış olmakla mış gibi olması çok farklıydı. Ailesinin daha ne kadar ileriye gideceğini bilmiyordu. “Raporlu olduğun için hem okuldan hem de stajdan muafsın ve bu dönemde cezalısında. Telefon yasak, bilgisayar yasak.” Babasına belki de ilk kez o gün nefret ederek baktı. İçini çekip ayağa kalktığında “Burada gözümün önünde duracaksın.” Dedi Âdem Bey “Odanda falan uyumayacaksın!”

O akşam salona bir yatak kurdular. Esra uyuşmuş bir haldeydi. Yeniden aynı şeyleri yaşadığını hissediyordu. Önüne konulanı yiyip içiyor, temel ihtiyaçları dışında asla ayağa kalkmıyordu. Annesi geceleri yerinde olup olmadığını kontrol etmek için yanına geliyordu. Çalan telefonlara ikisinden biri bakıyor, konuşmasına izin vermiyorlardı. Esra, çığlık çığlığa bağırıyordu oysaki. Abisinin tüm bu olanları duyduğunu ve neden gelmediğini de çok merak ediyordu. İki hafta doktor kontrolünün ardından eve döndüklerinde, çalan kapıyla sönen tüm umutları yeniden yeşerdi ama kapıyı açtıklarında gelenin iyi haber vermekle uzaktan yakından bir alakası yoktu. Eğer bir komutan yanında bir erle kapınıza kadar çıkıp geliyorsa size iyi bir haber vermek için gelmiyordur. Esra, tüm bedenini saran titremenin bir an önce yok olup gitmesi için dua ederken babasının adamı içeri sokmayışını hayretlerle izledi. “Benim öyle bir oğlum yok,” diyordu “İstediğiniz yere gömebilirsiniz.”

Esra’nın tek yapabildiği inlemek ve çığlık atmaktı. Öyle ki haftalardır içine dolan tüm hisler çağlayarak dışarı boşalıyordu. Abisinin ölmüş olduğu gerçeği onu paramparça ediyordu. Tutunacak bir dalının kalmadığını bilmek onu içten içe yok ederken babasına tüm kinini kusuyordu. Eline ne geçerse ona fırlatıyor, her şeyin tüm sorumlusunun o olduğunu söylüyordu. Bayıldığında ve yeniden kendisine geldiğinde artık burada yapmak istediği bir şey kalmamıştı. Sırt çantasının içine doldurduğu birkaç parça eşyanın ardından, biriktirmiş olduğu paralarını alıp dışarı çıktı. Annesi mutfakta bir şeyler yaparken babasının ortalıkta olmayışından güç alarak botlarını giymeye başladı. “Nereye gittiğini sanıyorsun?” diye soran babasına bakıp doğrulurken “Abimin cenazesine gidiyorum.” Dedi “Evden de ayrılıyorum!”

“Öyle bir şey yapmayacaksın!” dedi.

Esra’nın gözleri dolu dolu oldu. “İzle ve gör.” Dedi. Kapıyı açıp dışarı çıktı. Evin garajına doğru ilerledi. Kapıyı açtı. Abisine alınan arabaya şöyle bir baktıktan sonra gidip kapısını açtı. Çantasını yolcu koltuğuna atıp, sürücü koltuğundaki yerini aldığında arabayı çalıştırdı. Babası karşısına dikilmişti. Esra’nın iki seçeneği vardı. Ya teslim olup bu kafese geri dönecekti ya da her şeyi yok edip yeniden var olacaktı. Gazı kökledi. Arabayı babasının üzerine doğru sürerken gözü kararmıştı. Komutanın abisini gömeceklerini söylediği mezarlığa doğru yola çıktığında Akın’ı araması gerektiğini hatırlattı kendisine. Bir saat sonra mezarlığa geldiğinde derin bir nefes aldı. Abisinin tabutu sessiz sedasız toprağa konuluyordu. Kendisini gören adam, gelmesine izin vermeleri için askerlere işaret ederken Esra attığı her adımda canın bir parçanın yok oluşunu izliyordu. Bir görev sırasında haince öldürülmüştü abisi. Ona dair alabileceği tek şey eşyası ve künyesiydi. Yağan yağmurun altında durup kapanan mezara baktı bir süre. Bir eli boynundaydı. Abisinin hediye ettiği kolyenin ucunu parmağıyla severken diğer elindeki künyeyi elini kesecek kadar sıkı tutuyordu. “Kimin öldürdüğü hakkında bir fikriniz var mı?” diye sorduğunda adamın “Bilsek bile sizin yapabileceğiniz bir şey yok.” Demesi üzerine başını kaldırıp ona baktı.

Esra kimdi ki kalkıp abisini öldüren insanları bulsun aynısını onlara da yaşatsın. O kimdi ki onları sorgulamaya hakkı olsun? Yutkunarak başını salladı. Eline tutuşturulan bir parça eşyayla geldiği yoldan geri döndü. Dişlerini sıkıyordu. Arabasına bindi. Dudakları titriyordu. Artık yapayalnız ve bir başınaydı. Abisinin künyesini boynuna geçirdi. Eşyalarını sırt çantasının üzerine atıp, arabayı çalıştırdı. Geri geri park yerinden çıktığında izlendiğinden habersizdi.

Hastanede gülümseyip duran adam mezarlıktaydı ancak artık gülümsemiyordu. Elindeki telefondan birilerine “Bir sorunumuz var,” diyordu “Hayaletin bir kardeşi varmış.”

**
Akın’ın kapısına geldiğinde ne beklediğinden emin değildi. Belki artık kendisini görmek istemiyor olabilirdi ya da bir başkasıyla birlikteydi? Kendisini her şeye hazırlamıştı ancak onun tarafından kucaklanmaya değil. Esra, ona olanları anlattığında o kadar ılımlı ve anlayışlı yaklaşmıştı ki bu kadar şefkat karşısında Esra’nın yaralı kalbi daha fazla dayanamamıştı. Salya sümük, içinde biriktirdiği ne varsa dışarı vurmuştu. “Uyuşmuş gibiyim” diyordu “Abim öldü, okulda olaylar oldu ve ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Sanki hep bir şaka, aptal bir rüyadan ibaret.” Camın kenarında oturmuş, Akın’ın verdiği pijamaları giyiyor, sıcak şarabını yudumluyordu. “Hiçbir şey hissetmeyecek kadar hissizleşmiş olabilir miyim?” diye sorduğunda Akın “Sadece hala şoktasın” dedi “Bunların hepsi normal tepkiler.”

Esra, ona bakınca içini çekti. “Beni görmek istemeyeceğini düşünüyordum?”

“Neden?” diye sordu Akın.

Esra, omuzlarını silkti. “Biliyorsun işte.” Dedi ardından elindeki kadehi bir kenara bırakıp ona yaklaştı. Akın, onun çıplak kollarını okşarken “Bence bunu yapmamalısın” dedi “Zaten bitmiş bir durumdasın sabah uyanınca bir de benim yüzümden bu şekilde olmanı istemem.”

Esra, onu yanağından öpünce “Ne istediğimi biliyorum.” Diye mırıldandı. Başını çevirdiğinde Akın’ın dudakları tarafından yakalandı. O gece birlikte oldular. Esra’nın yıkıldığını sandığı duvarları asıl o zaman yerle bir oldu. Akın’ın şefkatli dokunuşlarının altında kendisinden geçerken ve akan gözyaşlarının neden aktığına emin olamazken onunla asla sonu gelmeyecekmiş gibi duran zevk denizinde yüzmeye devam etti. Sabahın ilk ışıkları yorgun gözlerine vurduğunda karşılıklı oturmuş, birbirlerine bakıyorlardı. “Kes şunu.” Diyordu Esra gülümseyerek “Çizimim güzel olsa seni çizerdim” diyordu Akın gülümseyerek. Parmağının ucuyla kızın pembe göğüs ucunu okşuyordu. “Beni huylandırıyorsun.” Diyordu Esra. Elini tutup, parmaklarını birbirine kenetledi.

“Ne yapmayı planlıyorsun?” diye sordu Akın.

Esra içini çekti. “Okulumu bitirmem lazım.” Dedi “Öyle ya da böyle, emek verdiğim her şeyin bir gecede heba olmasına izin veremem. Sonra yeniden sınava girmeyi düşünüyorum.”

Akın, kaşlarını çattı. “Ne sınavı?”

“Askeri okula giriş sınavı.” Diyen Esra camdan dışarı bakmaya başladığında “İyi bir araştırma yapmam ve adımlarımı ona göre ayarlamam gerekiyor.”

Akın “Peki bunu neden istiyorsun?”

“Belki abimin arkadaşlarını bulabilirim, bilmiyorum. Sadece oraya girmem gerekiyor.” Ve birini bulmam. Bunu söylemedi. O simsiyah gözler mıh gibi aklına kazınmıştı zaten. Onun da orada olduğundan adı gibi emindi. Akın’ın parmağının ucundan çekiştirmesiyle ona baktı. “Attığın her adımında yanındayım,” diyordu “Ne olursa olsun.”

Esra, dudaklarını birbirine bastırarak gülümsedi. “Senden faydalanabileceğimi mi ima ediyorsun?” diye sorunca genç adam “Emrinize amadeyim hanımefendi.” Dedi ardından genç kızı üzerine doğru çekti.

**

Günler geçiyordu. Esra, hummalı bir koşuşturma içerisindeydi. Akın’ın yanında kalmaya başladıktan kısa bir süre sonra bir mağazada akşamları çalışmaya başlamıştı. Okul ve stajdan arda kalan zamanlarında saat altıdan dokuza kadar mağaza da çalışıyordu. Aldığı para çok olmasa da en azından temel ihtiyaçlarını karşılıyor, Akın’a destek oluyordu. Ve Akın… Hiç beklemediği kadar iyi bir sevgiliydi. En zor anlarında hep yanında olmuş, tüm o ağlama krizlerinde göğsünü ona siper etmişti. Esra, eve gitmek zorunda kaldığı günün akşamında beter bir durumda Akın’ın kollarına dönerken annesinin beddualarını geride bırakmak sandığından zor oluyordu. Babasıyla konuşmuyordu çünkü okula devam ettiğini bir şekilde bildiğini biliyordu. Sınava girebilmek içinde bir yandan çalışıyordu ama bunun bir yandan kolay olmasını da umuyordu.

Bazı akşamlar işten eve dönerken izlenildiği hissine kapılıyordu. Korkuyor, panikliyor ama sonra kendi kuruntusu olduğunu düşünerek vazgeçiyordu. Hayatta ve de ayakta kalabilmek için elinden geleni yapıyordu. Yapmaya da devam edecekti. Akın’ı arayıp bir şey lazım mı değil mi diye sormak istediğinde telefonu açmaması genç kızın kaşlarını çatmasına neden oldu. Hiç ama hiç böyle bir şey yapmazdı oysaki. Bir ekmek ve kola alıp, apartmandan içeri girip anahtarlarını çıkardı. Kapının küçük deliğinden salonun ışığının yanmakta olduğunu görebiliyordu. “Banyodadır.” Diye söylenip kapıyı açtı. İçeri girdiğinde “Ben geldim.” Diye seslendi. Mutfağa girip elindekileri masanın üzerine bırakırken garip bir hisse kapıldı. Başını kaldırdı ve cama yansıyan siluetle neye uğradığını şaşırdı. Panikle arkasını döndüğünde adamla yüz yüze geldiler. Elindeki anahtarlar panikle yere düştüğünde Esra kalçasını arkasındaki masaya çarptı. Adam üzerine doğru geldi. Ondan kaçmak için eğildiğinde çok geçti. Saçını kavrayan elle büyük bir çığlık atarken “Disk nerede!” diye sordu. Onun neden bahsettiği hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu. Saçını kavrayan eli iki eliyle tutarken bir yandan da hem Akın’a sesleniyor hem de yüzünü buruşturuyordu. Derin bir nefes aldı. Kalbi yerinden fırlayıp çıkacaktı sanki. Adamın cebinden bir şey çıkardığını ve onun bıçak olduğunu gördüğünde ölmek üzere olduğunu anladı. “Disk nerede!” diye yeniden bağıran adamın elini bırakıp saçının kopma riskine aldırış etmeden, dizlerinin üzerinde ona doğru döndü ve dişlerini adamın baldırına geçirdi. Beklemediği bu hamleyle kızın saçını bırakan adam, can havliyle bacağına asılınca Esra anahtarlarını da alarak adamın bacağının arasından geçti ve koşarak kaçtı. Oturma odasının önünden geçmek üzereyken gördüğü manzarayla çığlık atmaya başladı. “Akın! Akın!” diye bağırırken arkasından gelen adamın boynuna sarılmasıyla çığlığı yarıda kaldı. Panik tüm bedenini ele geçirmek üzereyken öğrendiği onca şeyin bir hiç uğruna olduğunu düşünmek istemeyerek kendisini sakinleştirmeye zorladı. Bayılıyormuş gibi yapıp, çırpınmayı kestiğinde “Aptal orospu.” Dediğini duydu adamın. Boynundaki baskı azalır azalmaz önce dirseğiyle adamın yanına vurdu sonra da elindeki anahtarın ucunu adamın baldırına sapladı. Adamı itip, evden kaçarcasına çıktı. Merdivenlerden aşağı inip alt kata zıpladığında onun peşinden geldiğini duyabiliyordu. Ağlamaya başladı. Neler olduğunu idrak etmeye çalışırken yokuş aşağı koşuyordu. Ana caddeye fırlamak üzereyken önünde aniden duran arabayla çığlık attı. Yoldan geçen birkaç kişi dönüp kendisine baktığında “Orada biri var,” diye bağırdı “Peşimden geliyor, lütfen polisi arayın.” Dedi ve geri adım attı. Önünde duran arabanın kapısı kendisine doğru açıldığında kaşlarını çatarak kendisine doğru eğilen kadına baktı.

Kadın “Bin!” diye bağırdı.

Esra, başını iki yana sallıyordu. “Binmezsen seni yakalayacak! Bin hadi kızım!” diye bağıran kadına inanmaktan başka çaresi yoktu. Söverek arabaya bindiğinde kadının ani bir manevrayla arabayı çevirmesi karşısında midesi ağzına geldi. Başını çevirip peşinden caddeye çıkan adama baktığında onun insanlar tarafından çevrelendiğini görüp, derin bir nefes aldı. “Bu da neydi? Sizde kimsiniz?” diye bağırdığında başını çevirmek gibi bir hataya düştü ve başına sertçe vurulmasıyla bayıldı.

**

Başı dönüyordu. Son birkaç ayda yaşadıklarını düşündükçe aklı başından gidiyordu. Belki de hepsi birer hayal ürününden ibaretti. Hala Marmaris’te tatilde olmalıydı. En son evden çıkmak için annesine dil dökmek zorunda kalmıştı. Gözleri kapalı bir halde kaşlarını çattı. Bilinci yavaş yavaş yerine gelirken ağlar gibi ses çıkardı. Hepsi gerçekti. Kabuslarının hepsi birer gerçekten ibaretti. Abisi ölmüştü. Akın öldürülmüştü. Biri kendisini öldürmeye çalışmıştı. Dudakları aralandı. Sırt üstü döndü ve gözlerini açtı. Yerde yatıyordu ve çırılçıplaktı. Elleri önce tüm bedenini yokladı. Kulaklarına dokundu. Küpeleri yerindeydi. Şuursuzca gülümsedi. Küpeler önemli diye düşündü. Ardından parmağının ucuyla boynuna dokundu. Abisinin künyesi oradaydı ama aylar öncesinde hediye etmiş olduğu kolyeyi oradan alalı çok olmuştu. Omuzları rahatlamayla gevşerken bakışlarını tavana dikti. Neden buradaydı? Doğruldu. Hala omzu acıyor olsa da oturabilmeyi başardı. Midesi çalkalanıyordu. Başı zonkluyordu. Fark ettiği şeyle bir eli başına gitti. En son birinin başına vurduğunu hatırlıyordu. Kulağının üzerinde, saçının arasında bir şişlik vardı. Yüzünü buruşturup az ilerisinde duran koltuğun üstündeki örtüye doğru uzandı. Onu alıp bedenine sardığında arkasında duyduğu sesle kaskatı kesildi. Ağır ağır döndü. Başını çevirdiğinde dün akşam arabasına bindiği kadının hemen sol tarafında durduğunu gördü. Ama onu asıl şaşırtan koltukta oturan adamdı. Elinde bir dosya vardı ve bakışları da o dosyada yazanlardaydı. Esra, bir kadına bir adama bakıp dururken derin bir nefes aldı. Adam başını kaldırıp gözlerinin içine bakınca onun kim olduğu konusunda en ufak bir fikri yoktu. Masmavi gözleri, derin denizler gibiydi. Üzerinde bir asker üniforması vardı. Genç kızın yanaklarını ateş basınca adamın kaşları havaya kalkarak, bakışları yanındaki kadını buldu. “Ne diyorsun Şafak?” diye sordu.

Kadının adı Şafak diye düşündü.

Postalların hımbıl sesiyle Esra sesini çıkarmadan ona bakmayı sürdürdü. Kadın etrafında tam bir tur döndükten sonra “Yaşadığı onca şeye rağmen hala hayatta olması inanılmaz. Dokuz canlı diyebiliriz komutanım.” Dedi gülümseyerek. Esra ondan çekiniyor olsa da gülümsemesinin gerçek olduğunu hissedebiliyordu. “Tam bir kedi.” Dedi adam. Başını ondan tarafa çevirdiğinde “Neden burada olduğunu biliyor musun?” diye sordu.

Başını iki yana sallayan genç kız adamın “Buradasın çünkü bazı insanlar senin peşine düşmüş durumdalar.” Demesiyle “Benim mi? Neden?” diye sordu.

Adam gülümsedi. “Sende önemli bir şey olduğunu düşünüyorlar.” Dediğinde Esra “Disk.” Dedi.

Tüm o gülümsemeler aynı anda kaybolurken “Böyle söyledi.” Dedi Esra.

“Peki sende mi?” diye sordu Şafak.

Genç kız başını iki yana salladı. “Siz kimsiniz?”

Kadının an be an adama bakışlarını takip ederken “Ekibim özel bir birlikten oluşuyor,” dedi adam “Kendi aramızda bizi Kurt olarak bilirler. Abin de bu ekibin bir parçasıydı ama beni asıl şaşırtan abinin senden hiç bahsetmemiş olması. Neden?”

Esra, omuzlarını kaldırıp indirdi. “Bilmiyorum. Onu kim öldürdü?” diye sorduğunda adam içini çekerek “Bulacağız ama ona sıra gelene kadar sen sorularıma cevap vereceksin. Neden askeri okul sınavlarına girmek istiyorsun?”

Esra, ona kıstığı gözlerinin arasından bakıyordu. “Akın’a ne oldu?” diye sordu.

“Soruma soruyla karşılık verdiğine göre, seni korkutmuyor olmalıyım. Öyle mi?” diye soran adam rahat bir şekilde uzun bacaklarını ileri uzatarak arkasına yaslandı. Diliyle dudağının kenarını yalarken, düşünceli bir halde kıza bakmayı sürdürdü. Ta ki bakışları anlayışlı olmaktan uzaklaşıp, an be an kararırken Esra ona neden askeriyeye girmek istediğini ve okulda gördüğü adamdan bahsetti. Şafak arkasında komik bir şey söylemiş gibi kıkırdarken sinirleri bozulan Esra adamın elindeki dosyayı pat diye yere vurmasıyla ayağa kalktı. Adam onu öyle bir inceliyordu ki Esra kızarıp bozarmaktan çok paniğe kapılıyordu. Geri geri giderek arkasındaki camdan aşağı baktığında midesi ağzına geldi. Kaçıncı kattaydılar? Sırtını cama yaslayarak yere kayarken, Şafak kapıya doğru yürüdü ve kilidi çevirdi. Anahtarı eline alıp, cebine koyduğunda Esra’nın artık yapacak bir şeyi kalmamıştı.

“Abinin ekibimdeki adı Hayalet’ti. Ona verdiğim her işi layığıyla yerine getirir, iz bırakmadan yoluna devam ederdi. Ama bir şekilde bir yerde bir hata yapmış, senin varlığını bir şekilde açık etmiş olmalı ya da diskin varlığından bahsetmiş olmalı.” Dediğinde “Etmedi.” Dedi Esra “Yemin ederim.”

“Ortalıkta çok fazla dağınıklık var, bunların hepsini toplarken birilerinin canı yanacak.” Esra, yutkundu. “Seni ne yapmalıyız peki? Abin seni bu kadar önemsediğine göre sende bir şeyler görmüş olmalı. Hı öyle mi?” diye sorduğunda cevap verecek bir durumda değildi. Bacaklarındaki titreme tüm bedenine yayılırken adam içini çekerek ayağa kalktı. Boyu o kadar uzundu ki, uzansa ve o iri ellerinden biriyle boynunu tutsa çat diye kıracağından emindi. Kalp atışları hızlanırken adam, odanın içinde ileri geri yürümeye başladı. Sinirleri bozulan genç kız “Beni bıraksanız bile o sınava gireceğim,” dediğinde adam gülerek “Ve güzel gözlerine kapıldığın bir adamın peşinden mi gideceksin?” diye sorduğunda dişlerini sıkarak ona bakınca adamın gülümsemesi bir anda bıçak gibi kesiliverdi. “Şafak!” dedi emreder gibi. Esra, bakışlarını karşısındaki adamın gözlerinden alamıyordu. Baktıkça içine çekiyordu.

“Komutanım?” diyen kadın kaşlarını çatarak hazır ola geçtiğinde adam ellerini ceplerine sokarak Esra’nın karşısına dikildi. “İsmim Ateş Ayazoğlu,” dedi “Ekibimdeki herkes beni Kurt olarak bilir ve senin de hayatta kalmak için tek bir seçeneğin var, Kedi. Burada kalacak ve seni eğitmeme izin vereceksin!”

Esra, tereddütle sordu. Adamın gözlerinin içine bakarken ondan hem korkmak hem de ona güvenmek arasında gidip geliyordu. Hiç yıkılmayacak gibi duran güçlü bir kaleye benziyordu.

“Peki kabul etmezsem?”

Kurt, gülümsedi. “Çıkış arkanda.” Dedi bakışlarıyla “Camı aç ve aşağı atla.” Esra’nın dudakları aralanırken, bakışları irileşti. Bir terazinin tam ortasında durmuş ağırlığını ölçmeye çalışıyordu. Peki bundan sonra ne yapması gerekiyordu? Kurdun inine girip onun sürüsüne mi katılacak yoksa arkasında bıraktığı çakal sürüsünün peşinden gelmesine razı mı olacaktı?

































Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Dec 31, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ÖLÜMÜNE AŞIK (ESMER SERİSİ -8)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin