Giriş: Ruha İlmekli Yaralı Kanatlar

98 7 21
                                    

"Kanatlarını ruhuna ilmekledi küçük kız. Derin bir nefes çekti ciğerlerine,
son kez çırptı kırık kanatlarını ve kendini uçurumdan aşağı bıraktı. Boşlukta öylece süzülüyordu.
Ya yere sertçe çakılacak ya da acıdan kanayan kanatlarını çırparak
gökyüzüne uçacak ve yıldızlara karışacaktı."

***

"Hepimiz göğe yükselecek,
yıldızları yere serecektik."

***

Suyun şıpırtı seslerinin boş depoda oluşturduğu yankıya, ışıkları yanıp sönen bozuk armatürlerin cızırtı sesleri eşlik ediyordu. Kırık pencerelerden içeriye yansıyan ay ışığı ise, bu metruk depoya loş bir görünüm veriyordu. Dışarıda fırtınalar kopuyor, yağmur tüm şiddeti ile yağarken çakan şimşekler pencere camlarını titretiyordu. Burası korku filminden bir ön izleme gibiydi.

Soğuk betonun üzerinde baygın bir şekilde yatıyordu genç kız. Pislik içindeydi, kıyafetleri çamura bulanmıştı. Parçalanmış dizlerinden oluk oluk akan kanlar, yırtık pantolonunu kızıla boyuyordu. Alnına yapışan bir kaç ıslak saç tutamı daha menfur kılıyordu bu durumunu.

Yardım çığlıkları ile depoyu inletmişti. Avazı çıktığı kadar bağırmış, hıçkıra hıçkıra ağlamıştı fakat çığlıklarını kimseye duyuramamıştı. Onu duyacak, haykırışlarına ses verecek bir insan bile çıkmamıştı. Genç kız, güçsüz düşmüştü en sonunda ve olduğu yere yığılıp kalmıştı.

Saatlerdir yerde hareketsiz yatan genç kızın bedeni hafifçe kıpırdadı. Göz kapakları yavaşça aralanmaya başladı. Önce sağına, sonra soluna kaydı göz bebekleri. Hâlâ soğuk ve karanlık bu depodaydı. Tir tir titriyordu. Soğuk, bütün uzuvlarını buz küpüne çevirmişti adeta. Olduğu yerden ağır ağır doğruldu. Etrafına bir kaç kez daha bakındıktan sonra elleriyle şakaklarını ovaladı. Başında müthiş bir ağrı vardı. Sanki kafasına yüz tomruk düşmüştü.

"Hayır," dedi genç kız fısıldayarak ve gözlerinden akan yaşları elinin tersi ile sildi, "buradayım..." Boğazına kocaman bir yumru oturmuştu. Hayal kırıklığının acı dolu yumrusuydu bu. Yutkunurken güçlük çekiyordu. Bir bıçak gibi boğazına batıyordu her yutkunması. "Hâlâ buradayım." Bağırıp ağlamaktan ses telleri kurumuştu. Zar zor çıkıyordu zavallı kızın sesi. Etkisinde olduğu şoku henüz atlatamıyordu. Bütün bunların koca bir kabus olması tek temennisiydi. Elinde olsaydı bu günü bütün takvimlerden silecek, bu geceyi hiç yaşanmamış sayacaktı.

Yüzündeki bir kaç çizikten akan kanlara, tuzlu gözyaşları karışıyor ve canını yakıyordu ama buna aldırmadan ağlamaya devam ediyordu. İzin vermişti gözyaşlarına akmaları için. Çünkü yapabileceği en iyi şey buydu. Canı yanıyordu ve içinde duyduğu bu ateş daha da körükleniyordu. Ateşi körükleyen zihnini çepeçevre saran çaresizliğiydi. Burada olmanın verdiği çaresizlik. Sesini duyuramayışının çaresizliği. Onu duyan kimse yoktu. Sadece bekliyordu, olacakları bekliyordu.

Tüm çaresizliğine rağmen buradan, bu korku mahzeninden kurtulacağına dair inanç besliyordu içinde. Pes etmiyordu. İçindeki o umudu diri tutuyordu. Sonuna kadar savaşını verecekti. Umutlarından bir ordu kurmuştu. Cesaretinden bir kalkan, inancından bir silah. En büyük silah inanç değil miydi zaten? İnancın önünde herkes diz çöker.

Öte yandan da ölümün zalim kokusu burnunu yakıyordu. Azrail'in soğuk nefesini ensesinde hissediyordu. Ölecekse bu acısız bir ölüm olmalıydı. Yeterince canı yanmıştı çünkü. Ölümden korkmuyordu. Ölüm kaçınılmazdı. Ölüm bir son değil, bir başlangıçtı. Bir yok oluş değil, yeniden varoluştu. Başka bir dünyaya inzivaya çekilmekti ölüm. Aslında ölümün bir çok anlamı vardı. Bilinmeyen bir çok anlam taşırdı o dört harfinde. İnsanları ölümden korkutan şey neydi peki? Cehennem ateşi mi? Günahlarımızın hesabının kesilmesi miydi? Kırdığımız kalplerin Tanrı karşısında dile gelip, bize isyan edip haklarını isteyecek olması mıydı?

Ne kadar yürürsek yürüyelim, yolun sonu yine aynı yere çıkacak. İşin sonunda hepimiz aynı şeyi tadacaktık. İşin sonunda hepimiz ölümü tadacaktık. Bir gün herkes göğe yükselecek, yıldızları yere serecek ve birer yıldız olup yerlerini alacaklardı.

Koca bir a'rafın ortasındaydı. Yaşam ve ölüm... Ya kurtulacak ve yaşamına devam edecekti ya da ölecek, hayatına veda edecekti. İki türlü de kaderine göz yummaktan başka çaresi yoktu.

Bitap düşmüştü. Ağlamak için bile güç bulamıyordu artık genç kız. Bu işkence daha ne kadar sürecekti? Daha ne kadar dayanacaktı her şeye? Zihni giderek bulanıklaşıyordu tekrardan. Gözleri bir sis bulutunun esiri altındaydı sanki. Nefes alışverişleri yavaşlıyor, giderek zorlaşıyordu. Sonsuz bir uykunun merdivenlerini adım adım çıkıyordu körelmiş zihni.

Genç kız, kendini kontrol etmeye çalışıyordu. Yeniden sert betona yığılıp kalmamak için. Bilincini kaybetmemeye çalışıyordu. İçinden sayısız olumlamalar sunuyordu zihnine. "Her şey yoluna girecek.", "Evet, buradan çıkacağız.", "Lütfen, tekrar uyuma, lütfen...", "Kurtulacağız." ve daha nice sözler geçiriyordu içinden. Kendinde biraz daha güç bulabilse ayağa bile kalkacaktı.

Genç kızın arkasındaki demir kapı, büyük bir gürültü ile yavaşça aralanmaya başladı. İşte şimdi korku yeniden baş gösteriyordu. Genç kızın bedeni tir tir titriyordu ama bu sefer buna sebep olan, bütün vücuduna hücum etmeye başlayan korkusuydu. Başını hafifçe kaldırıp karşısında duran kırık aynaya dikti yorgun gözlerini. İçinden geçirdiği onca güzel söz, bütün olumlamaları çöp olmuştu. Çünkü giderek kararıyordu gözleri. Bedenini bile hissetmiyordu.

Kapı tamamen açıldı...

Ve ayak sesleri...

İçeriyi inleten bir kaç ayak sesi duyuldu. Ses genç kızın bir kaç mesafe ötesinde, tam arkasında durdu. Önündeki kırık cama yansıyan bir silüet vardı. Gözleri, siyah bir silüet görebiliyordu sadece. Bilinci tamamen yerinde olsaydı o kişiyi tamamen görebilecekti. Kafasını çevirip kim olduğuna bakacak gücü bile kalmamıştı. Sesler bile kulaklarına bir uğultu gibi geliyordu.

Dudaklarını bütün zayıflığıyla araladı genç kız, "Sen..." sesi titrek çıkmıştı. "Kimsin sen?"

Tıknaz ama ürkütücü bir yapısı vardı silüetin sahibi olan adamın. Gür ve dağınık bıyıkları onu daha da ürkütücü kılıyordu.

"Kim olduğumu söylemem ne işine yarayacak?" dedi ve devam etti adam ağırbaşlılıkla "Aldığın nefesi keseceğim. Ne anlamı olacak adımı öğrenmenin?"

Cevap veremedi genç kız. Sessizliğe büründü. Sessizliği korkusundandı.

"Ben de öyle tahmin etmiştim." Soğuk simasında tek bir mimik bile oynamıyordu adamın.

"Şimdi söyle," dedi ve belinde duran silahı kabzasından kavradı. Yavaşça silahının namlusunu genç kızın kafasına doğrulttu. "Son sözlerini söyle."

"Pekâlâ." Durumu kabullenircesine teslim oldu Azrail'inin kollarına. "Ben, seni ömrümün her anına yerleştirdim." Gözünden hunharca gözyaşı dökülüyordu. "Sen beni..." Acıyla yutkundu genç kız, daha sonra devam etti. "Sen beni ömrünün tek anına bile sığdıramadın. Zihnimde canlanan son portre, senin güzel yüzün olacak. Her karesi aklımda kalacak özenle yapılmış bir tablo bu." Gözlerini kapattı ve yüzüne son gülümsemesini yerleştirdi. "Hep gülümseteceksin beni böyle, değil mi? Öleceğim ama kafamdaki tablo beni gülümsetiyor." Derin bir nefes çekti içine. "Kırık kanatlarım uçmaya devam edemeyecek." yutkundu. "Seni seviyorum. Hoşça kal."

Silah sesi ile depoda gürültülü bir yankı duyuldu. Bu depoda yankılanan son sesti. Gece şimdi sessizliğe bürünmüştü. Uzun bir sessizliğe...

Cennetin GözüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin