Hayat bir okyanus, yaşamak ise yüzmekti. Biz ise o okyanustaki balıklar idik. Boğulmamak için yüzmeye devam etmeliydik. Ben toy bir balıktım. Kimi zaman solungaçlarım tıkanır, nefes alamazdım. Yüzgeçlerimden yaralanır ancak pes etmeden kanaya kanaya devam ederdim yüzmeye. Bu okyanusun bir çok yaralı balığı vardı. Bana kızıl balık derlerdi. Kanadığım yerlerden renk almıştı pullarım, kızıllanmıştım. Yolumu şaşırırdım bazen. Yol haritam yoktu. Gelişigüzel yüzerdim. Bir gün, bir yerde bana rastlayabilirsiniz. Korkmayın pullarımdan. Sizin yansımanızı da taşıyorum ben. Bana bakın ve içinizi hatırlayın, ruhunuzu hissedin ve yalnız olmadığınızı bilin. Ben biliyorum. Yalnız değildim.
Bu, balığın okyanusa aşkı değil. Balık okyanusa hiçbir zaman aşık olmadı. Yalnızca ona mecburdu yaşamak için. Tıpkı bizim gibi. Aslında bizler nesnelerin veyahut biz dışındaki diğer canlıların birer yansıması, ön izlemesiydik. Hepimiz aynıydık. İsimlerimiz farklıydı sadece, biraz olsun her birimizi özel kılan da budur belki.
Kızıl balık rotasını yine şaşırdı. Bu sefer daha derinlerde kayboldu. Peki, bulunmak istiyor muydu? Hayır. Kaybolmak en büyük tutkusuydu. İzini yok etmeyi seviyordu. Çünkü kimsenin onu aramayacağını biliyordu. Yalnız değildi, demiştim. Yalnız değildi ama kimse yokluğunu fark etmiyor, onu aramaya çalışmıyordu. Hem acınası bir durumdu onun için hem de büyük bir nimetti.
"Ben kayıbım. Beni yalnız rotamı bilenler bulur. Benim rotam hislerimdi. Hiçbir zaman diliminde çözülemeyecek kadar kuvvetliydi, alelhusus birileri tarafından çözülmesi ihtimal bile değildi. Bir giz olarak karışacaktı bulmacalara."
Bir gün Kızıl Balık, Yıldız Pullu Balık tarafından keşfedildi. Kızıl Balık'ı gizlice gözlemliyordu. Çok uzaklardan izliyordu onu. Her kayboluşunda ona biraz daha yaklaşıyordu. Tanımlayamıyordu ama bir güç onu Kızıl'ına itiyordu. O güzel yaralı yüzgeçleri, yarım yamalak tıkalı solungaçları dökük, kızıl pulları. Her biri onun için çok manidardı. Her şeyiyle onu sarmak, onarmak istiyordu. Kötülüklerden korumalıydı. Gerekirse akıntılara karşı onun için savaşacaktı. O denli kararlıydı.
Pulları yıldızlar ile kaplıydı. Çünkü Kızıl Balık yıldızları çok severdi. Bu yüzden pullarını ihtişamlı yıldızlarla bezedi. Kızıl'ından önce yalnızca balık derlerdi ona. Şimdiyse şanlı bir adı vardı: Yıldız Pullu Balık.
Yıldızları, gökyüzünün balıkları olarak görürdü Kızıl Balık. Bazı zamanlarda yüzeye çıkar, yıldızları izler ve yüzmeye devam ederdi. Bu, onu mutlu ederdi. Mutlu olduğu nadir şeyler vardı: Yıldızlara isim vermek, gece yarısı ay ışığının okyanusa yansımasını seyretmek, tek başına yüzmek, derinlerde bulduğu farklı cisimcikleri ve varlıkları incelemek gibi.Yıldız Pullu Balık, Kızıl Pullu Balık'a çok yaklaşmıştı. Onu izlemeyi bir lahza bile bırakmıyordu. Gayesi ona daha çok yaklaşmak, onu daha derinden tanımak, kızıl pullarına yıldız pullarından hediye etmekti.
Bir gün beraber yüzeceklerdi. Beraber rotalarını şaşırıp beraber bulacaklardı. Daha niceleri onlara katılacak, destek verecekti. Okyanus ayaklanacak, Kızıl Yıldız doğacak.
"Küçük hanım?" Darci'nin beni dürten elleriyle bir hışımla doğruldum tüneklediğim çalışma masamın üzerinden. Benim öyle kalkmamı beklemiyor olacaktı ki gözleri büyüyüverdi. Elini göğsüne koydu kalp atışlarını ölçermiş gibi. "Aman küçük hanım, ödümü kopardınız vallahi." Afalladım. Gözlerimi yarım yamalak açıp etrafa bakındım. Uyuyakalmıştım masa başında. İlk fark edenin Darci olması bugünümün ilk şansı sayılırdı. "Yine uyuyakalmışsınız. Sık olmaya başladı bu durum," Bir kaşını hafif çatarak bakıyordu bana. "Babanız bu durumdan hiç hoşnut olmayacak." Uyku sersemi ile masum bir yavru gibi baktım gözlerinin içine. "Söylemezsen bir şeycik olmaz ki benim bir tanecik Darci'm." Kalktım ve yanaklarına en masumundan bir tane buse kondurdum. Bana hayır diyemeyeceğini biliyordum. Biricik kızıydım onun. "Tamam, tamam. Beni kandıracağınızdan hiç şüphe yoktu zaten küçük hanım." Kocaman gülümsedim yüzüne. "Hadi bakalım, elinizi yüzünüzü yıkayın. Kahvaltı için aşağıdan bekliyorlar. Kahvaltı saatini beş dakika geciktiniz. Daha fazla sinirlendirmeyelim." Masamın köşesinde duran saatime baktım. Dokuzu otuz beş geçiyordu tam. Kahvaltı, günün ilk öğünü olduğu için babam için büyük bir önem arz ederdi. Herkesin o masada bulunması mutlak şartı idi. Batıl inanış gibi bir şeydi bu onun için. Masada bir kişi eksikse bile o günün kötü geçeceğine inanırdı. "Eyvah, sabah sabah ilk azar hiç çekilmez." Darci, masadaki kâğıt yığınlarını toplamaya yeltenecekti ki hemen engel oldum. "Dur, Darci. Orası mayınlı bölge." Yüzüme hiçbir şey anlamamış gibi bakıyordu. "Nükte yapıyordum Darciciğim. Mayının odamda ne işi olur?" Tam karşısında durdum ki dikkatini arkamdaki masanın üzerindeki kâğıtlara vermesin. "Orası hiç belli olmaz küçük hanım." Yalancıktan bir kahkaha attım. "Darci, sen benden de nüktedan çıktın." O da bıyık altından hafiften tebessüm ediyordu. "Hadi sen aşağı in, ben de hemen geliyorum." dedim. İçimden dua ediyordum şüphelenmemesi için. "Hay hay, küçük hanım. Siz bilirsiniz." Neyseki düşündüğüm gibi olmadı. Üstelemeden onayladı. Ucuz yırtmıştım bir vakayı daha. Tam kapı eşiğinde durdu, "Bugünlerde mektup gelmiyor, hayrolsun?" Evet. Günlerdir kafamın içini meşgul eden bu problemin o da farkına varmıştı. "Bilmiyorum." diyebildim yalnızca. Mahzundum. O da beni daha çok sıkmamak için sorgulamadı ve aşağı indi. Ben de hemen ardından banyoya girdim. Önce aynada kendime baktım biraz. Ruhumdan dökülmeyen sözcükler simama dökülüyordu adeta. Saçım hepten dağılmış. Dünden kalma makyajım hâlâ duruyordu akmış bir vaziyette. Şu halimi gören gece bir şeyler içip sızdığımı sanırdı. Oysaki ben yalnızca sabaha kadar kâğıda bir şeyler karalamıştım. Yine cevabını alamayacağım bir mektup yazmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennetin Gözü
Teen FictionSana, ansızın yokluğumu kucağına atıp gideceğimi söylemiştim. Bu bir bıçak yarası gibi yakacak seni ama zamanla uyuşacaksın, hissetmeyeceksin. Aklından silineceğim. Hatıralar bir hayal olarak kalacak senin için. Seni sevmek; surların ötesinde bir ce...