Var olmayan birinin ardından tarif edilemez bir özlem çekmek belki de en acısıydı. Gözlerimi kapadım göz kapaklarıma çizili resmine bir kez daha bakmak için. Oradaydı. Yüzünde buruk bir tebessüm ile bana bakıyordu. Minik bir gözyaşı damlası önce yanaklarıma daha sonra boynuma doğru yavaşça süzüldü. Bacaklarımı kendime doğru çekip başımı dizlerime yasladım. Hayatının büyük bir kısmını kaplayan insanların gitmesi ile oluşan o boşluk tarif edilemezdi. Bunu anlatmaya kalkışsam bir roman serisi olurdu sanırım. Yazmakla bitmeyen. Gece artık benim için sadece karanlıktan ibaretti. Sonsuz bir karanlık. İçinde kötülükler barındıran bir karanlık. Hepsi gecenin kömür karası perdesi ardına gizlenmişti. Ve ben yakında o perdeyi aralayacaktım. Sadece bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum.
*
''Biraz daha omlet ister misin Elis ?'' dedi annem elindeki omlet tavasını gösterirken. Yüzü ifadesizdi. Kötü bir gece geçirdiğimi anlamış gibiydi. Zaten fark edilmeyecek gibi değildi. Ağlamaktan gözlerim şişmişti, uykusuzdum. Sanırım saçlarımda şu an kuş yuvası gibi olmalıydı. Bu halimle beni Orkun görseydi çığlık atıp kaçardı sanırım.
''Hayır anne ben doydum.'' dedim masadan kalkarken. Aslında tabağım olduğu gibi duruyordu.
''Tabağındakileri yemeden hiçbir yere gidemezsin küçük hanım. '' dedi annem beni çocuk gibi azarlarken. Sevimli görünmeye çalışıyordu ama başaramıyordu.
''Anne gerçekten aç değilim odama çıkmak istiyorum. Daha sonra yiyebilirim.'' dedim merdivenlere yönelirken.
''Elis bekle kızım, seninle konuşmamız gereken şeyler var.'' dedi babam ciddi bir şekilde. Yoksa çalışma odasındaki ipek halıya kahve döktüğümü mü anlamıştı! O odayı bana verseler bu onlar için dert olmazdı halbuki...
''Gerçekten çok üzgünüm baba yanlışlıkla oldu.'' dedim yavru köpek gibi bakmaya çalışırken.
''Sen neden bahsediyorsun?'' dedi. İşte bu! Anlamamış.
''Ha yok bir şey baba. O kadar ciddisin ki kötü bir şey yaptım sandım ve direk özür kısmına atladım.'' dedim gülümsemeye çalışırken.
''Her neyse. Dün gece aile sırrımız hakkında söylediklerimi hatırlıyor musun?'' diye sordu kahve fincanından büyük bir yudum alırken. Tabii ki hatırlıyorum baba...
'' Sanırım hatırlamıyorum.'' dedim. Belki unutmuş gibi yaparsam yatağıma kavuşabilirdim. Bir umut...
''Gel bahçeye çıkalım konuşuruz.'' dedi ve yavaş adımlarla bahçeye doğru yürümeye başladı. Peşinden gittim yavru kedi edasıyla. Puf koltuklardan birine oturup elindeki fincanı önündeki minik masaya koydu. Bende karşısındaki yerimi aldım.
''Öncelikle bu duydukların seni çok şaşırtabilir kızım.'' dedi ve bir süre duraksadı dudakları aralanıyordu, daha sonra geri kapanıyordu. Neler döndüğünü çok merak ediyordum. Kendimi hoşlandığı kişiden mesaj bekleyen bir kız gibi hissettim . Yazıyor... Çevrimiçi. Yazıyor... Çevrimiçi. Ne yazdın be diye bağırasım geliyor böyle kişilerin yüzüne karşı. Hadi baba söyle artık!
''Bunu sana daha önce söylemediğim için üzgünüm. Ama söyleyemezdim. On sekizinci yaş gününü beklemek zorundaydım.''
''Baba neler oluyor?''
''Bizler birer avcıyız kızım.'' dedi beni izlerken. Sanırım tepkimi merak ediyordu. Avcı mı?
''Bunun neresi sır? Avcı olmanın saklanacak bir yanı mı var?'' dedim.
''Senin bildiğin türden bir avcılık değil bu. Bunlar düzeni bozan, insanları katleden varlıkları bizlerden uzak tutmak için yaptığımız bir şey. Onlar, çok güçlüler Elis. Emin ol onlardan biriyle karşılaşmak istemezsin.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhsuz
FantasiaSoğuk bir Şubat gecesi... Bomboş sokaklar... Mutlu bir çift... Ve birden sokağın sonunda beliren silüet... Acı bir feryat ve ölümden kaçış... ''İnsanın sevdiği birinin ölümünü görmesi çok acımazca bir şey.'' ''Seni bulacağım siyah adam. Ve ilk gördü...