80 12 41
                                        

medyadaki şarkı: lana del rey - 13 beaches

iyi okumalar.

⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯

love / /lʌv/

[noun.]

a very strong feeling of liking and caring for somebody/something, especially a member of your family or a friend

⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯

kim taehyung kalabalığı sevmediğimi bilirdi.

on yaşlarındayken, annemin beni hiç deniz kenarına getirmediğini ağzımdan kaçırmıştın yanlışlıkla. kim taehyung ağzımdan kaçırdığım kelimeleri tek tek yakalamış, o gün pek belli etmese de bir hafta kadar geçtikten sonra beni deniz kenarına getirmişti. gördüğüm manzara öylesine güzel kazınmıştı ki aklıma, bazı geceler o anıyı rüyalarımda tekrar tekrar yaşıyordum.

ama kim taehyung on yaşındaki jeongguk'u değil de yirmi üç yaşındaki jeongguk'u o kumsala getirseydi, o zaman aklımda denizin üstünde uçuşan martılar ve batan güneşin kızıllığı değil; dalgalı saçlarını bir saç bandı ile geriye ittirmiş, yüzündeki paha biçilemez gülüşü ve kısılmış gözleriyle karşımda duran bir taehyung kalırdı.

noel geçmiş, yeni yılın ilk haftasına girmiştik. sevemediğim hastane odamın penceresinin önünde dikiliyordum başta ancak öylesine bitkindim ki kendimi zorla da olsa sevdiğim koltuğuma bırakmıştım. dışarıda kar yağıyordu, odanın sıcak olması hoşuma gitse de bedenim soğuğu hissetmek için can attığından pencerem açıktı. pencere kenarındaki mermere düşen kar taneleri önce şeffaflaşıyor, daha sonra pamuksu görüntülerinden arınıp ufacık bir su birikintisi oluşturuyordu. taehyung yanıma geldiğinde taktığım cihaz bir süredir benimle değildi, canım yansa da kendi başıma nefes alabiliyor olmak beni daha az ölüyor gibi hissettiriyordu.

kırmızı ipliğin yer edindiği zayıf bileğime eskiden bakarken midem bulanıyordu. öylesine zayıflamıştım ki kemiklerim ve derim arasında hiçbir şey yokmuş gibi görünüyor, damarlarım olması gerekenden daha net görünüyordu. ama şimdi, sırf kim taehyung bana incecik bir ip bileklik verdiğinden durmadan bileğime bakıyordum. öyle ki uçuk bir mora bürünen parmak uçlarım bile güzel görünüyordu gözüme.

kim taehyung'un dokunduğu her şey bir anda güzelleşiyordu.

soğuk oracıkta bedenime işlerken odanın kapısının açılmasıyla arkama dönmüştüm, seokjin hyung elinde tuttuğu yemek tepsisiyle odaya girerken dudaklarına büyükçe bir gülümseme yerleştirmişti. tepsiyi yatağın ucundaki tekerlekli masanın üstüne bırakıp yanıma gelmiş, açtığım pencereyi kapatıp saçlarımı okşamıştı.

"birileri bana bir tavşanın yemeklerini yemediğini söyledi, ben de doğru mu acaba diye kontrol etmeye geldim." dedikten sonra bedenimi hiç zorlanmadan kaldırmış, yatağa ilerlemem için bana yardım etmişti. zayıf bedenimi yatağa yerleştirip soğuyan bedenimin ısınması için örtüyü ve battaniyemi üstüme örttükten sonra yatağın kenarındaki düğmelerle uğraşıp bedenimin daha dik bir konuma gelmesini sağlamıştı. masayı çekerek yanına gelmesini sağladıktan sonra tepsideki kaseyi alıp karıştırmıştı hafifçe. yosun çorbası. pek de sevemediğim koku burnuma dolarken yüzümü ekşitip kafamı ona zıt olacak şekilde çevirdim.

"jeongguk." dedi uyarır bir ses tonuyla.

"midem bulanıyor." konuşmaktan bile aciz bir durumdaydım, bazen kelimelerimin arasında bazen ise hecelerin arasında uzun nefes boşlukları bırakmak zorunda kalıyordum. ciğerlerime sarılan çiçeğin kökleri pek de insaflı değildi bana karşı, işleri kolaylaştıracağı yerde benim için daha da zor bir duruma getiriyordu.

"biliyorum bebeğim ancak yemek zorundasın, iyileşmen için bu gerekli." gözlerinden geçenler sözleriyle çelişiyordu hyungun. bana iyileşmemin imkansız olduğunu anlatır şekilde bakarken yemek yememin iyileşmem için gerektiğini söyleyerek sadece kendini kandırıyordu.

seokjin hyung elinden bir şey gelemediği için kendine kızıyor, en azından zayıf düşerek ölmemi engellemeye çalışıyordu. bütün bunları anlamak bana çok ağır geliyordu işte, göğsümde büyüyen çiçek bile böyle hissettirmiyordu.

"daha sonra." demiştim zorla, kaburgamda hissetmeye başladığım ağrı yüzünden kafamı geriye yatırırken sertçe yutkunmuştum. sanki ciğerlerim sıkıştıran kökler bulundukları yer ile yetinememiş, soluk borumu da kendilerine yuva yapmaya başlamıştı. bedenim parçalanıyormuş gibi bir his veren bu acı ve ağrı yüzünden nefes alamamış, kalp atışlarımın ölçüldüğü cihazdan tehlikeyi belli eden ince ses yükselmeye başlamıştı. seokjin hyungun sesini duyuyordum ancak söylediklerini anlayamıyor, yaşlarla dolan gözlerimin bana armağan ettiği buğu ile tavana bakıyordum sadece.

nefes alabilmek adına dudaklarımı aralamaya çalıştığımda dudaklarımın arasından yanağıma, oradan da boğazıma doğru ilerleyen bir avuç sıcak sıvı ile odanın tanıdığım birkaç hemşire ve doktorumla dolması bir olmuştu. gözlerimi aralayan sıcak parmaklar, gözüme tutulan ufak ışık, ağzıma ve göğsüme bastırılan gazlı bezler, seokjin hyungun ağlayışı, damarlarıma enjekte edilen bir ilaç ve duran kan sonrası dudaklarımdan içeri itilen demir aletle birlikte soluk boruma yerleştirilen cihaz sayesinde silikleşen bilincim... hissettiğim acı yüzünden inlerken kapanan gözlerimin gördüğü son şey odamın kapısında dehşete düşmüş bir şekilde beni izleyen kim taehyung'du.



affection, taeggukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin