Bölüm 1: Yalnızlığın başı

100 48 5
                                    

Nil ben, Nil Bulut. 11. Sınıfa gidiyorum,19 yaşındayım. Bağışıklık sorunum yüzünden okuluma iki üç sene geç başlamak zorunda kaldım. Hala bağışıklığım çok düşük,maske ile dışarı çıkabiliyorum.Okula gitmek için yatağımın içinden çıktım,yatağımın kenarında duran ev ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Ayaklarımı yerde sürükleyerek odamdaki banyoya doğru ilerledim. Odamdan gerekmedikçe çıkmıyorum,genelde evin içi çok soğuk oluyor çünkü. Musluğu açıp elime çarpan ılık suyu avuçlarıma doldurup yüzüme çarptım. Kapının arkasındaki asılı havluyu elime alıp yüzümü kuruladım. Havluyu yerine asıp banyodan çıktım ve dolabıma doğru yöneldim. Kıyafetlerimin yarısı beyaz ve düz elbiseler ile doluydu. Ama hiçbirini giyemiyordum, bacaklarıma soğuk hava geldiği için,giysem bile ertesi gün hasta oluyordum.

Okulun bize verdiği siyah pantolonu altıma geçirip üstüme beyaz, uzun kollu ince bir tişört ve onun üstüne okul formamı geçirdim. Ev ayakkabılarımı çıkartıp, yerde duran siyah, topuksuz dışı tüylü botumu ayağıma geçirdim. Maskemi taktıktan sonra odamdan çıktım. Simsiyah saçlarım dümdüzdü ama evden çıktığımda dağılacaklarını tahmin edebiliyordum.


Merdivenlerden aşağı indim. Mutfak masasının üstünde annemin işe gitmeden önce bana hazırladığı tostu da alıp evden çıktım. Hava rüzgarlıydı,saçlarım önüme gelip durduğu için çantamdan beremi çıkartıp kafama geçirdim. Maske nefes almamı zorlaştırsa bile en azından dışarı çıkmamı sağlıyor. Yedi sekiz dakika sonra okulun önüne gelmiştim. Okul kapısından yavaşça içeri girdim. Sınıfım İkinci katta olduğu için yukarı çıktım. Sınıfa girdiğimde tüm sınıfın iğrenç bakışları yine üstümdeydi.

Anlamadıkları şey ise,maskeyi hastalık bulaştıracağım için değil,hastalık kapmamak için taktığım gerçeğiydi.. Köşede ve en arkada olan herzamanki yerim benim için boş bırakılmıştı. Her zaman tek oturuyordum,her şeyi tek başıma yapıyordum. Tek nedeni ise ağzımdaki maske ve elimdeki eldivenler. İrem hoca gözlerini ben dahil tüm sınıfın üzerine gezdirdikten sonra ellerini birbirine çarparak ritim tuttu ve "Evet, 11/c sınıfı. Sınıfımıza yeni katılan bir arladaşınız var. Yabancılık çekmesine izin vermezsiniz diye düşünüyorum." Dedi. Ardından sınıfın kapısı çalındı,İrem hoca daha "gel" demeden içeriye siyah saçlı, 1.90 boylarında, gözleri ela bir çocuk girdi. Kendini tanıtması gerektiğini anladığında tahtanın önünde durup "Uygar Ulaş." Dedi. Onca boş sıra varken benim yanıma doğru geldiğinde bir an olsun yanıma oturacağını sandım. Aksine, karşımda öylece dikilip "Kalk." Dedi,alçak bir sesle. Şaşırdığım için "Ne?" Diye sorma ihtiyacı duydum.
"Kalk diyorum neyini anlamadın?"

"Normalde hep oturduğum yer,neden kalkayım?"

Dudakları aralandı,ama birşey söylemeden geri kapandı. Sonra aniden kolumdan tutup ayağa kaldırdı ve karşı sırayı işaret etti. Boş olduğunu gördüm ve oraya geçmek zorunda kaldım.

Ders bittiğinde sınıf boşaldı,ben yine sıramda oturup eksik yazdığım yerleri tamamlıyordum. Sınıfta sadece Uygar'la ben vardım. Karşı sıradan kalkıp aniden benim sıramın masasına oturdu. Tek ayağını masanın üstünde kendine doğru çekti,diğer ayağını ise masadan sarkıttı. Ona aldırmadan önümdeki kağıdı doldurmaya devam ettim. Sessizliği bozan ilk o oldu. "Her teneffüs böyle misin sen? Neden çıkmıyorsun sınıftan?" Cevap vermedim,kalem elimde öyle durdu kaldı.


Birkaç saniye sonra yazmaya devam ettim. "Cevap versene!" Sesi yüksek çıktığı için gözlerimi sıkıca yumdum. Sessizliğimi korumaya devam ettim. "Cevap veremeyeceğin bir soru sormadım sana,cevap verebilirsin bence. Dilsiz değilsen, tabii..." Hala kapalı olan gözlerimi yavaşça açtım. Sakin bir sesle "Yalnız kalmaya alıştım,bu kadar." Birkaç dakika kadar öylece bana baktı,ilk önce saçlarıma,sonra kollarıma ve en son da gözlerime baktı.

"Ders kimya,laboratuvara inmen lazım." Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım,defteri ve kalemi alıp sınıftan çıktım. Arkamdan gelen adım sesleri duyduğumda Uygar'ın da arkamdan geldiğini anladım. Kısa bir süre sonra laboratuarın önüne geldim. Hemen arkamda Uygar'ın nefesini hissettim. Kapıyı açmamı bekliyor gibiydi,kapıyı çaldım ve ardından kapı kolunu çevirdim. Sınıfa girdim,hemen arkamdan ise Uygar girdi.



Tüm sınıf bize bakarken yine en arkadaki boş yere geçtim. Uygar en öne oturdu,tüm sınıf bir bana bir Uygar'a bakarken suratlarındaki şaşkınlığın nedenini anlayamamıştım. Maske nefes almamı zorlaştırırken tahtaya yazılanları not almaya başladım. Ders çalışmaya bayıldığımdan değil aslında,yalnız kaldığım için. Yalnız olunca yapacak birşey bulamazdım hiç,o yüzden bende ya kitap okur ya da ders çalışırdım. Hala da böyle.Tek dersten tek cümle bile eksiğim yok. Ders bitti ama ben yine herkesten sonra çıkacağımı anladım. Sınıf boşaldı,en son da ben sınıftan çıktım. Başım dönmeye,gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başladı. Yere oturamadım. Eve kadar yürümem mümkün değildi,taksi de çağıramazdım. Belimde bir el hissettiğimde ürperdim ve elin sahibine doğru kafamı kaldırdım. Uygar. İnsanlara yaklaşmamam gerekiyordu ama şuan çok yakındık."İnsanlara yaklaşamam,gitmen gerek." Dedim. Elini çekmedi, yürümeye devam ettik. "Hasta olacağım,uzak durman lazım." Yine dinlemedi ve yine itiraz etti.


"Birşey olmaz,bayılmandan iyidir,öleceksen evde ölmüş olursun." Aptal,hatta tam olarak mal. En fazla hasta olabilirdim. Elini belimden çekmeye çalışsam da güçsüz vücudum buna izin vermedi. Sabah vitaminlerimi içmeyi unutmuştum,iğnemi yapmayı da unutmuştum. Belki de ondan böyle olmuştur? Soğuk hava yüzüme çarptığında okuldan çıktığımızı anladım. Siyah bir arabanın önüne geldiğimizde kendi kapısını açtı ve sürücü koltuğuna oturdu. Başıma şiddetli bir ağrı girdiğinde kapıyı açıp arkadaki koltuğa yerleştim. Yol boyunca ikimizden de ses çıkmadı. Uygar  sadece ara sıra kaşları çatık bir şekilde aynadan bana bakıyordu. Evin bahçesinde arabayı durdurdu,ben de indim. Çok kabaydı,fazlasıyla kaba. Ve bu kabalık sadece bana karşı gibiydi.

Nefesim kadar özgürlükHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin