|2|

77 9 0
                                    


****

Yine aynı yerdeydim. Kulaklarımı kutsayan şarkı sesi , su sesi ve karga sesleri her şey aynıydı. Gözlerimi kamaştıran beden yine aynı yerinde oturuyordu. Bu sefer yerimde öylece durmak istemedim ve ona yaklaşmaya başladım. Aramızda iki adımlık mesafe kaldığında durup beni fark etmesini bekledim. İzlendiğini hissetmiş olmalı ki yavaşça arkasına döndü. Göz göze geldik. İşte o an içimden yalvardım tanrım tam şuan al canımı ki son gördüğüm şey pırıltılara dolu buz mavisi gözleri olsun.

Bakışlarımı ondan çekemiyordum. Çekmek de istemiyordum. Hızlıca ayağa kalkıp aramızdaki mesafeyi bir adıma düşürdü. Yakından daha da güzeldi. Ardından aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapattı. Artık dip dibeydik. Bir süre sessizce gözlerime baktı. Kulağıma yaklaşıp kulağıma bir şeyler fısıldadı. Ne dediğini anlayamamıştım. Tam ne dediğini soracağım sırada yok oldu. Bir süre duraksadıktan sonra etrafıma bakmaya başladım ama yoktu. Kulağıma ne dediğini ölesiye merak ediyordum ama hiçbir yerde yoktu. Lanet olsun ki hiçbir yerde yoktu.

Ormanın içine doğru ilerlemeye başladım. Belki orda onu bulurdum. Yürümekten vazgeçip koşmaya başladım. Nefessiz kalana kadar koştum. İlerdeki ağaçların orda bir gölge gördüm. Kalbim sanki çok yavaşmış gibi daha da hızlandı. Ağaca doğru koşmaya başladım ama gölge kayboldu. Durmadım koşmaya devam ettim. Koşarken bir ağacın kenarından gözüken buz mavisi saçları gördüm. Ne kadar hızlı koşabiliyorsam o kadar hızlı koştum. Ama yine kaybolmuştu. Yorulduğum için oturacak bir yer bulmak için etrafıma baktım. Gördüğüm şeyle gözlerim kocaman olmuştu.

Ormandaki gölün yarısı donmuş biçimdeydi. Donan kısımdan arkası sanki tamamen başka bir yer gibiydi. Her yer kardan ve buzullardan oluşuyordu ve o alanın tam ortasında buzdan bir şato vardı. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi aklım almıyordu.

Oraya gitmek istediğimden göle girip yüzmeye başladım. Gölün bu kısmı çok soğuk değildi ama ilerledikçe biraz biraz soğuyordu. Gölün buz kısmına geldiğimde yavaşça buzun üstüne çıktım. Buzun üstünde ilerlemeye başladım. İlerlerken bastığım yerler çatlamaya başladı. Her bastığım yer çatlıyordu. Gölün tam ortasında kalmıştım. Gidebileceğim hiçbir yer yoktu. Mecburen ilerlemeye devam ettim.

İlerledikçe buzlar daha fazla çatlıyordu. En sonunda buzlar ağırlığımı kaldıramadı ve parçalandı. Su o kadar soğuktu ki hiçbir yerimi hissetmiyordum. Suyun üstüne çıkmak istiyordum kollarımı ve ayaklarımı hareket ettirmeye çalıştım sanki bana küsmüş gibiydiler çabalarıma karşılık vermeyip beni suyun dibine çökmeye mecbur ettiler. Yavaş yavaş dibe çöküyordum ve hiçbir şey yapamamak beni daha da mahvediyordu. Boğularak ölmek en büyük korkularımdan biriydi ve şuan boğuluyordum. Kurtulamayacağımı anladığımda kendimin ölümün soğuk ellerine bıraktım.

****

Nefes nefese yerimden sıçradım. Ensemden aşağıya doğru soğuk terler akıyordu. Rüyam her ne kadar güzel başlasa da sonu kabus gibiydi hatta kabustan da kötüydü. En büyük korkularımdan birini yaşamıştım. Bu korkumun sebebi annem ve babamın boğularak ölmesiydi.

Ben dokuz yaşındayken annem ve babamla uzun bir gemi turuna çıkmıştık. Bu tur için öyle heyecanlıyım ki yerimde dahil duramıyordum. En büyük hayalim dünyayı gezmekti ve bu gemi turu sayesinde hayalimi gerçekleştirmek adına büyük bir adım atmış olacaktım. Her şey öyle güzel ilerliyordu ki rüyada mıyım diye düşünüyordum. Bazı limanlarda gemiler karaya demir atardı ve durduğumuz yerleri gezmek için bir, iki günümüz olurdu. Bu zamanlar turun en sevdiğim zamanlarıydı.

Bir gün ailecek akşam yemeği yiyorduk. Deniz o gün fazla dalgalıydı. Yemek yerken masalarımız çok fazla sallanıyordu bir zaman sonra öyle sallanmaya başladı yemeğimizi yiyemez olduk. Hatta masalar bile devrilmeye başladı ve yerimizde duramaz olduk. Gemi çalışanları herkesin odasına gitmesi ve güverteye kimsenin çıkmaması için herkesi uyardı. Herkes panik halindeydi ve odalarına doğru koşmaya çalışıyordu. Bizde gitmeye başlamıştık ki gemi öyle bir şekilde sallanmıştı ki yere yapışmıştık. Her kalkmaya çalıştığımızda yere tekrar yapışıyorduk. Kalkamayacağımızı anladığımızda pes ettik.

Ben öyle çok korkmuştum ki gözlerimden yaşlar boşalıyordu ve titriyordum. Annem beni öyle görünce beni yanına çekip sarılmıştı bende hemen ona sarılmıştım. İşte o an en şiddetli sarsıntı gerçekleşmişti ve dalgalar gemiyi alabora etmişti. Bir anda kendimizi suyun içinde bulmuştuk. O an rüya gibi olan hayatım kabusa dönüşmüştü. Orda annem ve babam can vermişti. Benim nasıl kurtulduğum hakkında en ufak bir fikrim dahil yoktu. Bazen keşke kurtulmasaydım ve orda annem ve babamla birlikte can verseydim diyordum. Dokuz yaşındaki bir çocuk için hem annesiz hem babasız olmak çok zordu ama bir şekilde o zor zamanları atlatıp bu yaşıma gelmiştim.

Aklıma yaşadıklarım gelince daha da kötü hissetmeye başladım. Annem ve babamı gerçekten çok fazla özlemiştim bana sarılıp her şeyin kabus olduğunu söylemelerine ihtiyacım vardı.

Onu tekrar rüyamda gördüğüme sevinememiştim bile. Soğuk bir duşun iyi geleceğini düşündüğümden duş almaya karar verdim.

Duş aldıktan sonra sarayın mutfağına inmeye başladım. Bir süre yalnız kalmak istemiyordum birileriyle konuşup kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı. Mutfağa girdiğimde Seokjin hyung yemeklerle uğraşıyordu. İşine öyle odaklanmıştı ki beni fark etmemişti bile. Bende bunu fırsat bilip arkasından sessizce yaklaştım onu korkutmak için. Kulağına yaklaşıp adıyla bağırdım. Bağırmamla çığlık atıp yerinden sıçramıştı. Bende onun bu korkmuş haline sesli sesli gülüyordum. Bana doğru dönüp tırsacağım bakışlar atmaya başladı ve beni - sanırım dövmek için - kovalamaya başladı.

Nerdeyse sarayın tamamını turlamıştık. Seokjin hyung pes edecek gibi değildi o yüzden kaderime boyun eğip ben pes edip durdum ve çok sert vurmaması için özürlerimi sıralamaya başladım. Anında yanıma gelip söylenmeye ve hafif hafif vurmaya başladı. Seokjin hyungun bana kıyamadığını bir kez daha anlamıştım.

Beraber masaya oturup kahvaltımızı yapmaya başladık. O an aklıma gelen şeyle sırıtıp Seokjin hyunga bakmaya başladım. Sırıtarak ona baktığımı fark edince sorgularcasına bakmaya başladı. En sonunda dayanamayıp "Neden pişkin pişkin sırıtıp bana bakıyorsun " dedi. Bende sırıtmayı bırakmayarak cevap verdim. " Namjoon hyungla aranızda bir şey olma ihtimali var mı acaba dün çok yakın görünüyordunuz da " . Dediğim şeyle gülümseyip cevap verdi " Şu anlık aramızda bir şey yok ama bu hiçbir zaman olmayacağı anlamına gelmez ve sanırım ondan hoşlanıyorum. " Bunu demesiyle yanakları çok hafif kızarmıştı.

Bu haline gülümsedim. Etrafımdaki insanların mutlu olması beni de mutlu ediyordu. Biraz onun bu aşık tavrıyla dalga geçip oradan ayrılıp sarayın bahçesine çıktım. Temiz hava alıp ciğerlerimi tazelemeye ihtiyacım vardı.

Bahçeye çıktığımda derin nefesler alıp vermeye başladım. Bir süre öylece ayakta dikildikten sonra her zaman konuştuğum çiçeklerimin yanına gittim. Onlar benim için her zaman hayat dostlarım olacaklardı. Rüyamdaki daha doğrusu kabusumdaki her şeyi onlara anlattım. Şimdi birazda olsa rahatlamış hissediyordum. Hayat dostlarımı koklayıp öptükten sonra yanlarından ayrılıp saraya girdim.






****

Kitabı okuyan kimse yok sanırım ve ben hala yazmaya devam ediyorum. Belki bir gün okuyan birileri olur diye. :'(

Ve bu ilk kitabım yazım yanlışları veya mantık hataları olabilir lütfen onları görmezden gelin. <3

tears of gold | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin