BÖLÜM 36 : BAĞ

1.1K 54 7
                                    

Toprak, ardından koşan Batuhan, ne olduğunu anlayamayarak kalkan Akın, ön koltukta şaşkınlıkla gözleri kocaman açılmış Ela ve bir bana bir Toprak'a bakan Emre.

Bu şaşkınlık ve uğursuzlukla dolu, aynı dramatik bir filmi andıran sahne oldukça gergin saniyeleri ve şoktan hareket edemeyen elleri yanında getiriyordu.

Kapıya bir türlü ulaşamayan ellerim, sadece gerginlik ve şaşkınlıktan değil, nefes almamı bile engelleyen endişedendi.

Toprak arabanın önüne gelip durduğunda zaman kavramıda durmuştu adeta. Saniyeler, dakikalarla, saatlerle kaynaşıp havaya karışmış gibiydi. Yıllar süren bu saniyeler bana başka sahneleri de hatırlatıyordu.

Bıçak... Kan... Hastane... Kabus... Gerçek... Ölüm... Ardından bir sahne daha gözlerimin önünde yaşanıyordu sanki.

Tünel... Işık... Kırımcı... Bıçak... Kan... Bir dost, hayır dost değil, bir kardeş... Boş bakan afacan gözler... Tek bir gözyaşı...

Şimdi ise o tek gözyaşı benim gözümden değil, aynı bitter çikolatayı andıran koyu gözlerden akıyordu. Tanıdığım gözlerden.

Saniyeler saatlerden ayrıldı, göz kapaklarım iki saniye kapalı kaldı, ardından sadece o iki saniye de toplanan tüm güç ellerimle kapıyı açmamı sağladı. Arabadan ruh gibi inerken korkuyordum.

Böyle mi olacaktı, yeni bir başlangıç hiç yapamayacak mıydım, yaptığım tüm başlangıçlar birinin ya da bir şeyin sonu mu olacaktı? Neydi bu, lanet mi?

Nefes almayı unutacak kadar umutsuzluğa düşürüyordu bu beni. Arabanın tam karşısında duran Toprak gözlerinden süzülen damlalarla toprağı suluyordu sanki. O ince hafif damlaların, ne kadar keder, ne kadar acı ve üzüntü barındırdığını biliyordum. Merak ediyordum açıkcası, bu acı dolu gözyaşlarla karşılaşan toprakta çiçek aşar, bitki yetişir miydi?

Batuhan, Toprak'a yetişmiş bana bakıyordu. Ne yapacağımı bilemediği için bekliyordu. İşin acı tarafı benimde ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Ellerimin koluna değdiği an, sanki ihtiyacı olan sadece buymuş gibi kendini bıraktı. Dizlerinin üzerine düşmeden hemen önce dirseklerinden yakaladım. Kollarını boynuma sardığında sıkı sıkı tuttum onu. İhtiyacı olan şeyin ne olduğunu biliyordum. Konuşmak veya anlatmak değil, sadece yanında olduğumu bilmek. Bizim için güçlü olmanın tek koşulu yan yana olmaktı. Benim ise sarılırken kulağına söyleme cesareti bulduğum cümleler "Düşmene izin vermem. Asla, benim yanımda asla düşemezsin." oldu.

Sesli yutkunuşu boğazımda yumruk gibi takıldı. Bu yutkunuşu biliyordum. Bir şeyleri en içe, en dibe sokmak istediğin zamanda, istemdışı olurdu. Kimse bilmesin, kimse öğrenmesin en dipte bir kabus gibi kalsın yutkunuşuydu bu.

Elimle omzunu kavradım. Boyu benden kısa olduğu için kolaydı. Şu an o kadar zayıf ve küçük görünüyorduki; sanki küçük, dünyanın nasıl bir yer olduğu kavramaya çalışan, masum bebekler gibiydi.

Batuhan'a göz ucuyla baktığımda yüzündeki ifade üzülmem gerektiği halde sevinmeme neden oluyordu. Öyle bir acı hakimdiki, bu sadece gerçek bir sevgi sayesinde olabilirdi. Bu iyiydi, Toprak sevgiyi tanıdığım herkesten daha çok hakediyordu.

Batuhan'ın, Toprak için, adeta bir avcı içgüdüsü olan soğuk maskesini indirmesi, ona Toprak hakkında koşulsuz güvenebileceğimin yegane kanıtıydı.

Ben Toprak'ı arabaya yerleştirip oturduğumda, diğerleri bir dakika bile sürmeyecek kadar dışarda durdular. Sadece dudaklarını oynatıyorlardı. Bizim duyamayacağımız kadar düşük bir seviyede konuşuyorlardı. Toprak'ın bu konuda benden daha iyi olduğunu bildiğim için duymasını istemiyordum. "Toprak, su ister misin? Ya da yiyecek bir şey?" sadece başını olumsuz anlamda salladı. Omuzlarım soruyu sorarkanki heycana oranla aşağı düşerken Batuhan ve Akın ön kapıyı açtı. Ela ve Emre muhtemelen Toprak ve Batuhan'ın geldiği arabaya binmişti. Toprak hiçbir şey yapmadan sadece koltuğa bakıyordu. Başını çevirip pencereden dışarıya bile bakmıyordu. Koltuğa öyle odaklanmıştıki, sanki içinden başka bir şey çıkmasını bekliyordu.

YETENEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin