ıslak ateş ve gücenmiş kan

369 22 4
                                    

Şehvet.

Acıyı hissetmek için bile diz çöküp yalvaran adama bu his tokat gibi çarpmıştı.

Herkesin içine kanser gibi yayılan acı bile onu koynuna almazken, şehvet ona neyi varsa sunmuştu.

Hem de bir insan bedeninin içinde.

Ateşi ilk kez gören küçük bir çocuk gibi etrafında dolaşıyor, gözlerini büyüterek bakıyor, keşfetmek istiyordu. Merak ediyordu canını nasıl yakacağını, neler hissettireceğini.

Ateşin en dibine dalmak istiyor ve kendini ıslatana kadar kavrulma isteğini bastıramıyordu. Adamın gerçekliğini kabullenemiyordu.

Aynı mekana yabancı düşüncelerle girerken etrafına kısa bir bakış attı. Düne oranla değişen tek şey kendisiydi. Adımları ve nefesleriydi. Ellerini deri ceketinin cebinden çıkardı ve gözleri onu aramaya başladı.

Ve değişen diğer şey Park Jimin.

Oradaydı. Pembeden kırmızıya dönmüş ve hafifçe uzun saçlarıyla güzel olan her şeye meydan okuyor gibiydi. Jungkook açlıkla süzmekten kendini alamadı. O gerçekten de ateşti.

Dudaklarına saçıyla uyumlu kırmızı bir ruj sürmüştü. Kana boyanmış bir güldü. Üzerinde siyah bir tül vardı ve Jungkook meme uçlarındaki parlayan piercingleri fark ettiğinde ellerini sıkıp tırnaklarını avuçlarına geçirdi. Tırnaklarıyla avuç içlerini olabildiğince yırtıyordu. Ayaklarına kapanıp ağlama isteğini bastıramıyordu. Altında siyah deri pantolonu bacaklarının güzelliğini vurguluyor, kısa topuklu, siyah botu mayıştırıyordu.

Tam karşısındaydı. Dün gece ellerinin günaha sarılmasına, yalvarışlar dudaklarına tırmanırken gözlerinin buğulanmasına sebep olan adam tam karşısındaydı.

Bacaklarını genişçe ama davetkâr biçimde açmış, iki eli de kartları tutuyordu. Yüz ifadesi sıkılmış gibiydi ve kartları karşısındaki adama gösterdiğinde karşısındaki adamdan tiz bir haykırış çıktı. Jungkook daha da yaklaştı. Gözleri buğulanmıştı, kaç kişiye çarptığı umrunda değildi.

Kendini işte o ateşe atıyordu.

Etrafında dönmek, dans etmek, sevişmek istiyordu.

Canını acıtmasını, tüm duyularını acıdan körleştirmesini ve bedeninin karanlık noktalarını yakmasını.

Yaklaştı ve dünkü gibi aynı yerde durdu. Jimin tam çaprazındaydı. Loş ışık kirpiklerinin gölgesini elmacık kemiklerine düşürüyordu.

"Parayı sonra getir. Sakın beni atlatmaya çalışma. Seni kovalamayı sadece cennetin kapısında bırakırım ve oraya sen de giremeyeceğine göre-" Hafifçe gerindi ve tembelce lafına devam etti.

"Ailene vazoda saklayacakları küllerini bile bırakmam."

Eliyle kovarmış gibi bir işaret yaptı ve orta yaşlardaki adam korkuyla selam verdikten sonra hızlı adımlarla çıkışa ilerledi.

Jimin, Jungkook'un varlığını hissedebiliyordu. Kısa bir an için fark ettirmeden yüzüne baktı ve geri önüne döndü. Masanın etrafındakiler çoktan dağılmaya başladı.

"Gelmişsin." Jungkook nefesini tuttu ve gözlerini gerçekliği henüz yeni fark etmiş gibi kırpıştırdı.

Eğer cüretkâr olmazsa bu adamla yaşayacağı her çekingen anında pişman olacaktı. Hayatında yeterince geri plandaydı. Her anında kendi hikayesinin figüranıydı ama bu sefer pişman olmamalıydı.

Yalnızca bu sefer sonuna kadar gidecekti.

"Gelmeseydim bu ziyafeti kaçıracaktım."

Jimin kahkahayla başını kaldırıp adama baktı. Gülerken gözleri kısılıyordu ve güzelliği Jungkook'u da gülümsetti.

kakegurui | jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin