Işın kılıcımdan gelen morumsu aydınlanma ile dikkatimi çeken tek şey vardı, bir çift korku dolu göz. İlk defa karşı cinsten birine bu silahı doğrultuyordum. Yavaşça geri çekilerek kılıcımı ona doğrultmaya devam ettim ve aklıma gelen ilk soruyu sordum;
+Burada mı konuşmaya başlamak istersin yoksa dışarı çıkalım mı?
Ağır adımlarla dışarıya doğru yürümeye başladık. Genel olarak olayları kavrama konusunda sabırsızlık gösteren ben bu koridordan çıkasıya kadar sabrımın sınırı çoktan tükenmişti bile. Dışarı çıktığımızda yağmur çiseliyordu.Krem rengi çizmeleri, bembeyaz dar bir pantolonu ve------ Hala konuşmuyordu. "Silahların lütfen" diyerek ilk ben konuşmaya başladım. Belindeki Laser Pistolünü yere bıraktı. Güç ile onu 20-25 metre kadar uzağa fırlattım. "Ve ışın kılıcın" dedim. Yavaşça beyaz mülteci cübbesinin altından ışın kılıcını çıkardı. Bende bu sırada kemerimdeki ufak paketçiklerin birisinden bir ölüm çubuğu çıkarıyordum. Güç ile ışın kılıcını elime aldığımda kılıcın gücünü serbest bıraktım ve onun kılıcından gelen sarı plazma ile ölüm çubuğumu yaktım. Şaşırmış gözlerle bana bakarak "Gerçekten mi? Ölüm çubuğu içen bir jedi!" dedi. Bende "Gerçekten mi? İçini tamamen korku bürümüş bir jedi bunun yanında başka bir jediı gizlice takip etmeye çalışıyor" diyerek yanıt verdim. Bu benim için gerçekten kabullenilmesi zor bir gerçekti. Demek konsey bana olan güvenini kaybetmişti! Üstüne bir de peşime bir başkasını yollamıştı! Haksızda sayılmazlardı bulduğum her holocrondan öğrendiğimi gizli bir günlüğüme kendi uydurduğum bir alfabe ile yazıyordum. Ama asla Güç'ü amaç edinmemiştim. Işın kılıcım benim için bir silah değil bir aletti. Bu alet benim hayatımdı. Bir Jedi'ın bağlı kalması gereken sayılı şeylerden biriydi. Yine dalmıştım, kafamdaki fikirleri dağıtıp şu mezara girmem gerekiyordu artık. Bazen herşeyi bilmemek daha iyiydi, en azından şimdilik.. Sonuçta öncelikli görevim buydu ve jedi tapınağına gidesiye kadar kafamdaki sorulara cevap alamayacaktım. Işın kılıcını kapatıp ona uzatarak ismini sordum. " Umay " diyerek yanıtladı ve " Ya senin ki diye ekledi ". "Mirage" dedim sadece. Yağmur çoktan hızını artırmaya başlamıştı. Gözümün önünde bir parça ıslanmış göğsüme kadar gelen saçımı görebiliyordum yavaşça arkama attım ve sakalımı kaşıyarak " Yağmur iyice hızlanmaya başladı. Bu konuşmayı sonra sürdürelim." dedim ve antik mezarın kapsına yürümeye başladım.
İçeri girdiğimde bu sefer çok farklı bir şey hissediyordum. Aynı günde bu kadar şey biraz fazlaydı. Umaya dönüp "Sende duyuyor musun?" diye sordum. Meraklı gözlerle bana bakıp "Hayır" dedi. "Birşey beni çağırıyor" dedim ve "Çağıran her ne ise bu hissi daha önceden hatırlıyorum" dedim. Sınırlarım zorlanıyordu, hızlıca beni çağıran şeyin yanına gidiyordum. Karşımda bi kapı vardı ve onun ardında bir oda vardı. Beni çağıran şeyin orda olduğuna emindim. Sanırım bu mezar içinde aradığım herşey ordaydı. Odaya girdim ve beni çağıran şey doğru yöneldim. Bu bir sandıktan geliyordu. Sandığın önünde diz çöktüm. Sandığa ilk dokunduğumda beni çağıran şeyin ne olduğunu anlamıştım çoktan. Ufakça sırıttım sadece. Umay bana ne olduğunu sordu.
+Beni çağıran şeyi duyamıyosun. Çünkü sadece beni çağırıyor. Bu hissi daha önceden sende tattın. Bu ilum gezegeninde bulunan ışın kılıcı kristali ve beni çağırıyor.
Sandığı açtığımda içinde bir yüzük, aradığım holocron ve ilum kristalini gördüm. Bu kristal sıradan bir kristal değildi. Her Jediın bulabilceği her Jediı çağırabilcek bir kristale benzemiyordu. Holocronla kristali yanıma aldıktan sonra yüzüğe baktım. Yüzüğün üzerinde SLAYER yazıyordu. Sebepsizce hoşuma gitti ve yüzüğü parmağıma geçirdim ve anında büyük ve yoğun bir şekilde gücün karanlık tarafını hissediyordum. Endişeli bir şekilde mezardan dışarı koşmaya başladım. Umay sadece bana şunu söyledi " Bende hissettim". Dışarı çıktığımda sadece gök yüzüne baka kaldım. Ağzımdan ise sadece şu kelimeler döküldü;
+İçimde gerçekten kötü bir his var.
*Evet biliyorum yeni bölümü biraz geç yolladım fakat benimde finallerim ve bütlerim vardı kusura bakmayın