Başlangıç

199 10 2
                                    

Bazı anlar vardır. Sadece iki saniyeliğine sanki tüm dünya durur ve siz bu durumun  farkında olan tek kişi olarak bir anda bir şeyin, sizi kendine açıklanamaz bir güçle çeken bir şeyin varlığını çevrenizde aramaya başlarsınız. Gözleriniz her bir yüzün, bakışın, eşyanın, canlı cansız her türlü varlığın üzerinde dolaşır. Sizi çeken şeyin -artık o şey her neyse- o an orada olduğuna dair yüreğinizde hissettiğiniz kuvvetli inanç, o şeyi bulamadığınız her an  daha inatçı bir kimliğe bürünür. Koca bir soru işareti zihninizde oluşur. Nerede?

Meraklı bakışlarınız kararsızlıkla arayışına devam  eder ve bir anda, belki de başınızı sadece sola çevirmeniz kadar küçük bir hareketle, o şeyi tam karşınızda buluverirsiniz. Bu sefer ise durduğunu hissettiğiniz şey dünya değil de sizsinizdir.

Ben onu bulduğumda o, etraftaki tüm kalabalığa rağmen, kendisiyle beraber gülen onca insana rağmen beni büyüleyen ve kendine çeken kahkahasıyla gülüyordu. Bunu belirtiyorum, çünkü onca insanın arasında kulaklarıma uğrayıp da yoluna beynime değil de  kalbime giden yolda devam eden kahkaha sesi bir tek onunkisiydi. O kadar güzeldi ki o an… Bembeyaz dişlerini gözler önüne seren kahkahası, alnına dökülen kahve saçları ve kısılmış gözleri mükemmelliğin tanımı gibiydi. Ama sahip olduğu ses… mükemmelliğin ta kendisiydi.

Seslerin, çevremizdeki milyarlarca insanla beraber algıladığımızın dışında çok daha kişiye özel bir algıyla algılanan bir tınısı vardır. Daha çok kalp tarafından algılanan bir tını… Her ses, her insanda böyle bir tınıya sahip değildir. Bir insanı üzen bir ses, mutlu eden ya da düşündüren bir ses, başka birisi için arka fonda çalan ve farkına bile varılmayan bir sesten öteye gidemeyebilir. Bu, sesin kalp tarafından algılanışına; sese, kişinin duyguları tarafından bir düşünceden ziyade bir his olarak verilen anlama bağlıdır. Onun sesinin tınısı da işte benim için tam olarak böyle bir sesti ve içimde bir yerlerde, daha önce hiçbir ses tarafından dokunulmayan bir yere dokunmuştu. Varlığını içimde bir yerlerde sürekli hissettiğim, kendi başıma dokunmadığım ve belki de dokunulmasını beklediğim ama asla da dokunulmamış olan bir yere dokunmuştu. Bu, beni o an ağlamakla gülümsemek arasındaki bir sınırda dolaştırmıştı. Acımasından korktuğum için dokunmadığım yer gerçekten de acımıştı ama bu öyle bir şeydi ki dokunulduğu anda sanki iyileşmenin ilk evresi de başlamıştı.  

Bakışlarım bana tüm bunları yaşatan sesin sahibinin üzerinde kilitli halde,  kahkahasının sesini ses incimin içine kaydederken büyülenmiş gibiydim.
O an orada bedenim hiç olmuş da ben ruhumla bir başıma kalıvermiş gibiydim. Gelip geçerken bana çarpan insanlar bedenime değil ruhuma çarpıyordu. Ruhumu saran kılıfım tüm hücrelerinden  aynı bir perdenin sızdırdığı ışık süzmeleri gibi ruhumu  sızdırmıştı ve ben daha önce hiç böyle hissetmemiştim.

O gün arkadaşlarıyla beraber gülerek uzaklaşan o bedenin yanına gitmek tek bir kere bile aklıma gelmedi. Sadece gidişini izledim ve sonra hiçliğime geri döndüm. Büyülenmiştim ve ses boyutumu nerede açtığımı bile hatırlamıyordum. Sadece kendime gelene kadar geçen sürecin sonunda o gün yaşanılanları bir bir zihnimde canlandırırken,  büyülendiğim andan sonra koca bir boşlukta kalan kısımda kimliğimi açık ettirecek hiç bir şey yapmamış olmayı temenni ediyordum.

Ben bir ses koleksiyoncusuydum.ve bir ses koleksiyoncusu olarak yaşadığım hiçlikte sahip olduğum binlerce ses incisi vardı. Yıllar boyunca sayıları önce yüzleri, sonra binleri , sonra ise milyonları ve milyarları bulan tüm bu ses incileri içinde günlerce, haftalarca, hatta aylarca hiç sıkılmadan dinlediğim tek ses incisi bu ses incisi oldu.Olur da eğer bir gün ses incilerimi birbirinden ayırt edemez hale gelirsem diye  kahkaha sesini kaydettiğim inciyi maviye bile boyadım ki bu imkansızla eş değer bir durumdu.
Bir ses koleksiyoncusu olmanın size kattığı bir artı şudur ki siz ne kadar ses incisi biriktirirseniz biriktirin- ki ses incilerinin hepsi de birbirinin tıpkısının aynısıdır; bembeyaz ve pürüzsüz- tek bir bakışınızla o ses incisinin içine hangi sesi kaydettiğinizi bilirdiniz. Yüzlerce yıllık yaşıma rağmen bunu hala daha başarıyla yaptığımı da göz önünde bulundurursak bu yetimi kaybetmem gerçekten de imkansızdı. Ama ben, tüm bunlara rağmen yine de inciyi boyamadan duramadım. Bu inciyi kaybedebilme ihtimalim bana o kadar korkutucu geldi ki yaşanma olasılığı eksilerde olan bu ihtimali düşünmekten gözüme uyku girmeyen koskoca bir gecenin ardından  sonunda rahat bir uyku çekebilmek için inciyi boyamam gerekti.

Onu ve gülüşünü ilk bulduğum gün, o günün gecesi ve gündüzü   işte tam olarak böyle geçti. O günün üstünden geçen birkaç ayım ise her an her saniye aynı kahkaha sesini milyarlarca kez başa sarmamla, güne başlarken duyduğum ilk ses, günü bitirirken duyduğum son ses yapmamla geçti. Bu ilk garip olaydı ve bundan sonra başlayan bir dizi gariplikler silsilesinin ardından, onu buldum.

Yüzlerce yıl yaşadım. İnsanların adım adım gelişimini izledim. Mezopotomya gibi küçük bir alandan koskoca dünyaya nasıl da doluştuklarına şahit oldum. Bir avuç insanken aralarında çıkan kavgaların kıtalara yayıldıkça ne denli büyük savaşlara evrildiğini gördüm. Her bir savaşın sesini kaydettim ve inanın bana her savaşla beraber kaydettiğim sesteki çığlıklar ve acı arttı. Hatta bazen öyle vahşetlerin sesini kaydettim ki çığlıklara, geçmişin  öldürülen masumları da seslerini kattılar ruhlarının gittiği yerden.
Bazen bir köylü olarak, bazen adı bilinmeyen bir zengin olarak insanların arasında dolaştım ve ses topladım. Sonra bir gün ona, aşık olduğumdan habersizce bağlandım ve her şey bundan sonra başladı.

SesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin