chapter seven

30 2 3
                                    

Günümün geri kalanını evimizin çatısında yoga yaparak ve kendimi esnetmeye çalışarak geçirmiştim. Sabah berbat kas ağrılarıyla uyanmak istemiyorsam bir yerden sonra durmam gerekiyordu ancak ben de kendimi böyle rahatlatıyordum işte: aldığım eleştirilerin üzerine olması gerekenden de fazla giderek.

Tabii şirketten çıkarken Kim Namjoon'a söylediğim gibi kardeşime sözüm falan yoktu. Yemek saatini muhtemelen kafede flörtleştiği kızlardan biriyle dolduracağını bildiğim Yeo'yu yalnızca bahane etmiştim.

BTS'le vakit geçirmek tuhaf geliyordu. Kendimi bir fan buluşmasındaymışım gibi hissediyordum, sanki onlar da bir fanı mutlu etmeye çalışıyorlardı. Tanrı aşkına, bir kere ben ARMY bile değildim ki! Tamam çekicilerdi hoşlardı falan ama aynı şirkette çalışıp muhatap olduğumuz kişilere fangirllük yapmak kulağa garip geliyordu. 

Saatin iyice ilerlemiş olduğunu fark etmemle yoga matımı toplayıp çatının ışıklarını söndürdüm. Yemek saatimi geçirdiğim için ayaküstü bir şeyler atıştırıp yatmaya karar vermiştim.

"Yah, tembel teneke, bana bak."

Amerikan mutfağımızdan salonda yayılmış telefonuna bakan Yeo'ya seslendiğimde bakışları bana döndü.

"Senin okul kayıtların ne zaman? Annem de sordu bugün, unutmuşum ben."

"Yarından sonra başlıyor noona, evrakları yarın halletmeyi düşünüyordum ben de."

Masada duran muzlardan iki tanesini elime alıp birini kardeşime attım.

"Seninle gelmemi ister misin?"

Sonuçta buralara yabancıydı. Ben de üniversiteyi çok iyi bilmesem de ondan daha çok hakim olduğum kesindi. "Çocuk muyum ben," gibi söylenmelerine rağmen sonunda teklifimi kabul etti.

Açıkçası kendi meselelerimden başka şeylerle ilgilenmek bana da iyi gelir diye düşündüğüm için bu teklifi ortaya atmıştım. Son günlerde stresimin tavan yaptığının Yeo da farkındaydı.

"Hadi ben yatıyorum, sen de çok geç kalma." Kutsal ablalık görevimi yerine getirip umursamadığını bile bile onu tembihledikten sonra kendimi yatağıma attım. Alarmımı normalden 2 saat daha erkene kurdum, sabahki dans dersinden önce pratik yapmam gerekliydi.

Sabah daha gün yeni aydınlanırken ses yapmamaya çalışarak evden çıkıp şirkete geldim. Soğuk havayı arkamda bırakıp kendimi binaya atınca biraz daha iyi hissediyordum. Asansörde başımdaki bereyi çıkarıp kendime bakarken maviden yeşile akan saçlarımda takıldı gözlerim; en kısa zamanda boyasam iyi olur, diye düşündüm.

Pratik odalarımıza girdiğimde gördüğüm manzara beni şok etmişti. Saat daha sabahın beşiydi yahu! Neredeyse bütün stajyerler delirmiş gibi pratiğe gelmişlerdi. Oysa birkaç ay önce bu saatlerde yalnızca ben olurdum.

Kalabalık odaya göz gezdirirken aklıma gelen fikirle gülümsedim. Bir yanım yapma, diyordu. Ama diğer yanım da ne olacak canım, kendi başına çalışman için güzel bir fırsat, diye karşı çıkıyordu.

Ter kokusundan geçilmeyen pratik odasının kapısını kapattığımda kararımı vermiştim. 

Tereddütlü adımlarla tekrar asansöre yöneldim, dördüncü katın düğmesine basıp kapının kapanmasını bekledim. Eh, bazen fırsatları değerlendirmeniz gerekirdi. Hele böyle rekabetli bir sektörde çok şeyi gözardı etmeniz gerekebiliyordu.

Asansörün "ding" sesiyle beraber BTS'in katına gelmiştim. Ses çıkarmamaya çalışarak etrafı dinledim, bu saatte burada olacaklarını sanmıyordum ama ne olur ne olmazdı.

hey, trainee :: min yoongiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin