Atlılar zemini titreterek önünde durduğunda o hala ormanda kaybolmuş adamın arkasından bakıyordu."Prensim, kral sizi görmek istiyor?" Başını atının üzerinde duran adama çevirdi. Adamın sol özünden küçük sağ gözü, kırlaşmış sarı saçları ve dik omuzlarıyla ona bakıyordu.
"Yine neyin peşinde?" Bunu kendi kendisine mırıldandı. Muhafızlardan biri prensin siyah atının eyerini bıraktığında at sahibine doğru adımladı. Tıpkı sahibi gibi asil ve güzeldi. Siyah yelesi rüzgârda savrulurken attığı her adımın toprağı inletirdi.
Axel, atın yanına gelmesiyle başını okşadı. Sadık bir dostu, yıllarca birçok savaşa birlikte gitmiş yara almış ve ölümden dönmüşlerdi.
Ata tek seferde bindi. Gözünün önünde asılı olan perdede bir çift kahverengi hareler vardı. Derin bir iç çekti, hiç olmayacak birine tutulmuştu nefret etmesi gereken, öldürmesi gereken biri.
Atı ormanın derinliklerinde Elias'ın tersi yönüne sürdü. Kendi topraklarına girdiğinde gökyüzü yine karanlıktı. Bu topraklara uğramayan güneş yüzünden kıtlık yaşanıyor ve halkı sefalet içinde ömürlerini sürdürüyordu.
Birçok yeni toprak kazanmışlardı ama onlara ait olan her bir kara parçasının üzeri kara bulutlarla kaplanır, kıtlık başlardı. Bu yüzdendir ki askerlerini ve halkını öldürmemek uğruna savaşmayı bırakmayı bile düşünmüşlerdi.
Ama babası asla doymayan, her zaman daha fazlasını isteyen bir adam olmuştu. Prens Axel, kara ormanın içine sürdü atını, saçları rüzgârda uçuşuyor, yeşil gözleri karanlık, cansız ormanın içinde parlıyordu.
Geniş düzlüklere yayılan ormanın her bir noktası cansız, yapraklanmayan ağaçlarla kaplıydı. Onlar dışında bu topraklarda yaşayan tek bir canlı yoktu. Yaşamamayı denemişlerdi.Ama peşlerini bırakmayan bir lanet vardı. Tek lanetlenen Elias değildi, babası da lanetlenmişti.
Elias, kendi ailesinin yaptığı iyiliklerle cezalandırılmış, şeytan tarafından lanetlenmişti. Ama Kara Orman Krallığı aç gözlülükleri yüzünden tanrı tarafından cezalandırılmıştı.
Şeytan kıskançlığı yüzünden Elias'ı lanetlemiş, tanrıda öfkesi yüzünden Kara Orman kralını lanetlemişti.
Dalgaların sert sivri kayalara öfkesini kustuğu kayalıkların tepesine kurulmuş kaleye ilerledi. Yüksek surlar görkemli bir şekilde yükseliyor, ardında sakladığı kirli ve kötü anıları dışarıdakilerden saklıyordu.
Genç prens açılan kapıdan içeri girdi. Kalenin merkezine doğru ilerlerken tüccarların doluştuğu pazarı, eskiden festivallerin, şenliklerin, görkemli düğünlerin yapıldığı meydanı geçti. Açlıktan kıvranan halkının gözlerine bakmadan merkeze vardı.
Arkasından gelen muhafızları umursamadan atından inip hızla kralın saklandığı odasına ilerledi. Kral korkaklığı yüzünden halkından saklanıyordu. Hızla çıktı merdivenleri, ona selam verenleri görmezden geldi. Babası her neyin peşindeyse bunu bir an öğrenmeliydi.
Odanın önüne geldiğinde taş duvarlara asılmış tablolara takıldı gözleri. Ataları tablolarda tanrı gibi resmedilmişti. Hepsinin yüzündeki kibir, gözlerindeki aç bakışı babasının da gözlerinde görmüştü.
Askerler kapıyı açtığında az önce geçtiği meydanın yarısı kadar büyük olan odaya girdi. Kral meşeden yapılan masasında oturuyordu. Bu masadan kaç kral geçtiğini bilmiyordu ama bir sonraki olmamaya niyetliydi.
"Kralım, beni emretmişsiniz." Kralı selamlamadan düz bir ifadeyle dikildi karşısına.
"Axel, sonunda geldin." Tahtını aratmayan sandalyeden kalktı. Masanın üzerinde olan çeşit çeşit meyve tabağına takıldı gözleri. Halkı açlıktan ölürken kral burada sefa içinde saklanıyordu. "Sana güzel haberlerim var. Sonunda bir kurtuluş yolu bulduk evladım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prens Elmayı Yedi | BxB
Fantasy"Bir gün ölürsen eğer başında dikilir, bedeninden akan kanı yudumlarım." Fısıltısı ormanda bir yemin gibi dalgalandı. Elias, göğsünde oluşan acıyla gülümsedi. Bu kadar mı nefret ediyordu ondan? Bu kadar mı iğrenç bir varlıktı gözünde? "Neden bu kad...