eski zamanda alışverişin değiş tokuşla yapıldığı zamanda yaşayan bi insan düşünelim. güçsüz kuvvetsiz, tembel, ezik bi insan olsun. herkes doğanın kendilerine sağladığı işe yarar şeyleri topluyor, üretiyor veya birilerinden çalıp çırpıyor sonra da diğer insanlara ellerindeki şeyleri verip onlardan da ihtiyacı olan bi şeyler alıyor. ama bizim cılız ne çalışıyor ne de bi başkasının işine yarar bi şey üretemiyor. cılız aç. cılız perişan. cılız tarihin ilk depresyona giren insanı.
sonra bu iş böyle olmaz diyip bi şeyler düşünüyor cılız. etrafında olan bitene bakınca yıllar geçtikçe, ticari ilişkiler çoğaldıkça insanlar bunları hesaplayamaz oluyor, "sen az verdin fazla aldın", "ben sana dinozor verdim sen bana mamut verdin ulan, hemi de yavru mamut verdin" diye kavgalar baş göstermeye başlıyor tabi. bunları görünce cılızın canı sıkılıyor, çıkıp diyo ki "ben değiş tokuştan sıkıldım". "hoaydaa! yauv cılız ne diyon in aşşa. len in!" diye tepki alsa da devam ediyor cılız. "yok abi bu çok saçma bi sistem. mesela ben bi dinazor yumurtası almak istiyorum, ama elimde sadece okaliptus yaprağı var. ama yumurtanın sahibinin bu yaprağa ihtiyacı yok. nolcak şimdi? aç mı kalıyım abi ben? ölim mi he ölim mi?" diye veryansın ediyor cılız, acındırıyor haline. bu duygu sömürüsü ona bi kaç tane bambu ve mamey kazandırıyor. cılız ağlak. cılız hala aç. cılız tarihin ilk dilencisi. sonra gözyaşlarını silip "ben lidyaya gidiyorum, dönücem. amcoğlunda kalıcam bi kaç hafta" diyip ayrılıyor köyünden.
haftalar geçiyor ve cılız köyüne "para" kazanmış halde geliyor ve başlıyor anlatmaya; "bi tane sistem buldum. lidyada para diye bi şey bulmuşlar. çalıştığının karşılığında para alıyosun, sonra da onunla her istediğini alıyosun. haksızlık filan yok işte. herkes çalıştığı kadar para alıcak. ben bu sisteme geçelim derim aga." diyip çeliyor garibanların aklını. tabi köylüsü de "memleket görmüş adam, vardır bi bildiği" diyip olur diyolar, para sistemine geçiliyor. patron; parayı elinde tutan bizim cılız. herkes ona geliyor parasını almaya. gıcık olduklarına "zaten anlamıyo zırtolar" diyip az para ödüyor, artırdığı paralarla da lidyada amcoğlundan öğrendiği tefeciliğe başlıyor ufaktan bizim cılız. sonra kdv dir ötv dir ona zam geldi bunu ithal ediyoz o yüzden pahalı diyip insanları donuna kadar soyuyor bizim cılız.
yapacak bi şey kalmayınca bu varlıkla maceralara atılmak istiyor. pariste eyfele çıkıyor, viyananın katedrallerini geziyor, mostar köprüsünün ortasına kadar gidip geri geliyor ama yetmiyor cılıza. roma ya gidip kiliseyle yüz göz oluyor. bakıyor kilisede para var hemen bi şey satmalı para kazanmalı diye düşünüp, yalan heykeli diye bi icat çıkarıp kilisenin hizmetine veriyor. adına da "bocca della verita" diyor, 2 günde büyük vurgun yapıp ayrılıyor ordan. kilise ise heykeli halka gösterip "elini heykelin ağzına sokuyosun, yalan söylersen elini ısırıyor" diye empoze ediyolar millete. romalı kardeşleri uğraşadursun, bizimki devam ediyor avrupa turuna.
ispanyaya gelince arenada keyifle boğa güreşi izliyor sonra ordan çıkışta bi limana gidiyor. etrafa bakınırken önünden "kıristof kolomb gemisine adam arıyor!" diye bağıra çağıra geçen adamı durdurup hemen bi CV hazırlıyor ve adamla anlaşıp gemiye alınıyor bizim cılız. günler haftalar geçiyor, bu sürede kendini kaptana sevdiriyor cılız. gemide her gün akşama kadar kolomb'la beraber iskambil oynayıp, rom içiyor bi yandan da kiliseyi çekiştiriyor iki arkadaş. bi gün, kolomb portekizdeki savaşta poposundan aldığı yara izini cılıza gösterirken bi yandan da dümen kaptanına dönüp "sıkıldım, biraz da şu tarafa gidelim, zaten bizden başka gelen yok buralara nereye gitsek tarih kitabına keşif diye yazacaklar mehehe." diyor sonra da "ameno era dorime omenare" diye kiliseyi yad ediyor iki yüzlü kolomb. aynı gün bi karaya çıkıyolar ve buraya "Amerika" adı veriliyor. avrupadan buraya adam getirmek için geri dönüyor kolomb ama cılız "iş kurmak istiyorum burda, istihdam olur, hizmet olur. hem başkaları almadan şu deniz manzaralı arsaları almak lazım" diyip yeni karada kalıyor.
yeni karaya zaten zengin gelen cılız burda işlerini büyütüyor, çok daha zengin oluyor. altlı üstlü bütün maden rezervlerine el koyup tekeline alıyor. yerli halk adeta onun kölesi gibi sadece karın tokluğuna çalışıyor. daha dün ağzı kokarken, ağız kokusunu gideren dişmacunu üretip pazarlamasını yapar hale geliyor amerikalı cılız. işleri o kadar çok büyüyor ki tüm dünyaya ürettiği ürünleri satmak istiyor ve ihracata başlıyor. insanları alışverişe teşvik ediyor, oyun ediyor onlara. ülkeleri birbirine düşürmek için planlar yapıp kendine piyasa açıyor. her yere alışveriş merkezleri, mağazalar neler neler?! kredi kart teknolojisini buluyor, daha fazla satış yapmak için "moda" diye bi akım çıkatıyor cılız. insanların ceplerindeki bütün paraları amerikan oyunlarıyla almak oluyor tek amacı. cılız doymuyor. cılız hala aç. cılız kapitalist.
neden düşündük bu köyden göçme, sonradan görme cılızı? bi gün avmde, o alışveriş çılgınlığının ibadethanesinde arkadaşlarla otururken arkamızda bi tane "bocca della verita" gördük. bizim cılız, kendi icadını ibadethanelerine dağıtmıştı anlaşılan ama bu bocca sadece parayla el falı bakıyordu. cebimde son 1 liram vardı. para dürtüyor, arkadaş dürtüyor, dedik hadi bi deneyelim bakalım ne saçmalayacak. para girişine bıraktım parayı, soktum elimi ağzına. bocca dan ses soluk yok. ne ısırıyo ne başka bi şey. paramı da geri vermedi gavur icadı, ısırsaydı belki amorti diye sevinirdim. o kadar piyasa yaptı kendine, para ona baba der oldu, ama yine de benim son 1 lirama ihtiyacı vardı amerikalı cılızın. gayet sakin "haram olsun" diyip kutsal mekandan ayrıldık.