iki ocak

362 74 8
                                    

sormuştum ya neden sana yazıyorum diye; fark ettim ki ben, seninle konuşmayı özlemişim. özlemden bahsetmeyecektim, hislerime kapılmayacaktım, sadece yazacak ve ölecektim.

ama şimdi kapıldığım bu his nerden çıktı?

neden böyle bir anda seni çok özledim? aptal gibi.

yaptığımız tek şey konuşmaktı. biz öyle boş bir hayat geçirmiştik ki. biz hayatımızın boşluğuna rağmen o kadar çok konuştuk ki. ne anlatacağım şimdi ben?

senden nefret ediyorum.

seni özlediğim için kendimden nefret ediyorum.

bizden, biz olamamaktan nefret ediyorum.

beni o barınağa çağırdın ve yıllardır yanımda olup yapmadığın şeyi yaptın; konuştun. iki insanın birbiriyle konuşması dünyanın en normal şeyiyken ne kadar tuhaftı bizim için, hatırlıyor musun?

kedileri sevmek için onların yanına gitmiş ve hemen önlerinde yere oturup parmağımı aptal parmaklıktan geçirerek onlarla oynamaya başlamıştım. o an yapacak başka bir şey yoktu. evet yanımda sen vardın ama konuşmak bir seçenek bile değildi.

ve sen beni izlerken sanki neden çağırdığını hatırlar gibi aniden boğazını temizlemiş ve sana bakmamı sağlamıştın.

neden konuşmaya başlayacakken derin bir nefes çektin, ya da neden derin bir nefese ihtiyaç duyacak kadar nefesini tuttun?

sonunda bıraktın, söyleyecek bir şeyler aramayı bıraktın ve arkandaki duvara yaslanıp elini kedilere uzatırken "naber" diye mırıldandın.

bu kadardı. bir an benimle mi kedilerle mi konuşuyorsun diye düşünmüştüm, gözlerini gözlerime dikene dek sürmüştü. konuşma başlatmak için kolay bir yol bulmuştun, normaldi ama biz öyle değildik.

"şaşkın." dedim. "6 yıldır ilk defa, bu kadar basit bir şekilde bana naber dedin."

güldüm ve güldüğünü sandım, şimdi düşünüyorum da gülmemiştin. belki ben de gülmemiştim ama gülüyor olmayı ummuştum. biz gülmeyi biliyor muyduk ki?

"sen de ilk defa bu kadar uzun bir cümle kurdun." dedin.

haklıydın ama bazen babam yüzünden ifade verirken de uzun konuşmalar yapmak zorunda kalıyordum.

ikimiz de konuşmaya o kadar muhtaçtık ki. çevrelerimizde başka insanlar vardı, biz birbirimizin çevrelerine dahil bile değildik ama en çok da bu yüzden birbirimizle konuştuk.

bazen insanlar hiç tanımadıkları birileriyle konuşmak, her şeyi anlatıp çekip gitmek isterler. biz de öyleydik, her şeyi konuşur ama pek tepki vermezdik birbirimize. tanışmıyor sayılmazdık hatta birbirinizi en farklı yanlarımızla tanımaya başlamıştık ama fazlası için hiç çabalamadık. tavsiyelerden nefret ederdik. anlayış ve hoş görü istemezdik.

bazen gecenin bir yarısı ağlayarak beni arardın. karşımda o kadar savunmasız dururdun ki, hiçbir şey hissetmediğimi mi sandın cidden?

hislerimi gizlememekte gerçekten çok iyiydim, yaşıyor olsaydım bunu hayatımın bir yerinde avantaja çevirebilirdim. ama biliyorsun işte.

sonra ben, o şeyi yaptım. bir adım öne geçmeni ve beni geride bırakmanı göze aldım. gecenin bir yarısı, o boş binada, saçlarını okşadım. ama şefkat bizde yan etki yapardı. bizden başka ne beklenirdi ki?

o gece annenin öldüğü geceydi. senin kazadan sağ çıktığın, onunla ölmediğin için ağladığın geceydi. çatıdaydık. boş binanın alt katlarında diğerleri ot içip merdivenlerden yuvarlanırken biz iki aptal çocuk ağlıyorduk.

soğuk betona oturmuş sırtımı duvara yaslayıp karanlığı izlerken başını kucağıma koyup uzandın. ben de seni görebilmek için gözyaşlarımı yumrularımla silip gözlerimi aşşağı çevirdim.

bana bakarken gözyaşların şakaklarından saçlarına karışıyordu. ben de onları takip etmek istedim ve saçlarının arasına daldım.

zaten ağlamaktan yürüyen bir gözyaşına dönüşmüşken, beni saçlarına karışan gözyaşlarından ayırmazsın diye ummuştum. oyunumuz benim aptal kalbim yüzünden bozuldu. tabii ki ben kaybettim.

sen her zamanki gibi kalkıp gittin ama benim ilk defa kalbim sana kırıldı. o gece eve giderken kendimden korktum. sanki avcumda kalbimi taşıyordum ve kırıklar elimi kesiyordu.

beni korkutan içimde keşfettiğim sevgiydi.

beni korkutan bu sevginin sana ait olmasıydı, bu en korkuncuydu.

ama öyle alışmıştım ki bu kovalamacaya, oyun bozulmuş da olsa peşinden koşmaktan başka yapacak bir şeyim yoktu; korkumun üzerine gitmekten başka yapacak bir şeyim yoktu; seni sevmekten başka.

tüm bildiğim, seni sevmek kaybedilen bir oyundu.

abyss, minsung ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin