tam şu anda atlamak istiyorum dalgaların arasına.
bir zamanlar denizi izlerken göğsüme kocaman bir korku dolardı. hele gökyüzü kararmaya, hava soğumaya başladıysa daha da korkutucu gelirdi gözüme dalgalar.
denize girmezdim, senin de girmeni istemezdim.
kocaman sonsuz bir mavilik ve ben o mavilikten ölüm gibi korkardım.
sense hiç düşünmeden dalardın içine. bazen uzun süre su yüzüne çıkmazdın. ağlamama ramak kala elinde büyük bir deniz kabuğuyla gelirdin. ben denizden korksam da sen severdin.
cesurca severdin.
ben de seni, senin denizi sevdiğin gibi sevdim.
o yüzden şimdi denize kıyısı olan bir uçurumdayım.
mezuniyet günü, o berbat gün yaklaşıyordu ve ben o zamanlar büyüttüğüm umudumu hatırlarken kusmamak için kendimi tutuyorum. provalar vardı, şarkı söyleyecektim.
şans eseri sesimi duyan biriydi hyunjin, haftalarca uğraşmıştı beni gruba almak için ama çok uzun süre konuşmayı bile başaramamıştı.
kimse tahmin edemezdi ağzını bıçak açmayan bu çocuğun bütün gün akşam olmasını iple çektiğini, okulda yüzüne bakmadığı o çocuğun yanına koştuğunu, bizi...
kimse bilemezdi.
ama sana bundan bahsettiğim bir gün yap dedin ya bana; omuz silktin ve yap dedin, durdum bir süre, sonra omuz silktim ve yapmaya karar verdim.
o an aklıma dolan fikirleri biliyor musun?
sana söylemek istediğim şarkıları biliyor musun?
aslında tahmin etmesi zor olmamalıydı, en azından birini. kulaklığımı sana uzatıp o şarkıyı açtığımda, başından beri bunu söylemek istediğimi bilmeliydin. belki de anlamıştın bile, ama kabul etmek istememiştin.
o son prova günü tam karşıma oturup diğerleriyle birlikte beni dinlerken baktığım tek kişinin sen olduğunu fark etmiştin. bu yüzden ne o akşam çatıya, ne de sonraki gün mezuniyete geldin.
geceleri çok geç saatlerde birbirimizi arardık ya bazen. kendi kendimize konuşmaktan yorulduğumuz için buluşurduk. o iki gün boyunca seni ne kadar aradıysam açmadın.
mezuniyetten sonra, yaptığım onlarca aramanın en sonunda biri açmıştı telefonu. alt caddede olduğunu öğrenmiştim. okuldan nasıl çıktığımı, sana nasıl koştuğumu hatırlayamıyorum.
sen yokken, kafamdaki seslerle nasıl boğuştuğumu bilmiyorum.
o gün etraftaki polislere aldırış etmeden yanına atmıştım kendimi, onlar sağlık ekiplerini beklerken ben sarılmıştım sana.
ilk defa.
sonra beni zorla götürdüler ordan. aptal gibi, seni son kez görme şansımı bayılarak kaybetmiştim.
kendimden nefret ediyorum, bu kadar güçsüz olduğum için.
en kötüsü, sana sonra ne oldu bilmiyorum. hastanede gözlerimi açtığımda deli gibi koşuşturup karşıma çıkan herkese seni sormuştum. öldüğünü ve babanın seni götürdüğünü söylemişlerdi.
senin bana anlattığın, beraber nefret ettiğimiz baban götürmüştü seni.
"ölürsem beni denize at, ama o adama bırakma." demiştin.
yine kendimden nefret ediyorum, sözümü tutamadım.
sonra evine gittim, yalnız yaşadığın için babanın seni nereye götürdüğünü de bilmiyordum. kedilerini alıp evime dönemezdim, ben de orda kalmayı seçtim.
hayatımda kalbimi en çok yoran şey, her şeyin sana ait olduğu o evde sensiz yaşamaktı. o günden önce umutlarım öyle yüksekti ki, ben bir anda onların üstünden yere çakıldım.
seninle olan tüm anılarım da burada bitiyor, ama anlatmadığım daha neler var. mesela o provada gözlerinin içine bakıp söylediğim sözler ve senin gözündeki korku var. bir kere annen gitmiş senin, seni seven tek insan.
başkasının sevgisini nasıl kabullenecektin ki?
hatta kimse sevmesindi seni, öyle demiştin. özür dilerim, sözünü dinlemeyip seni sevdiğim için.
sen ardına bakmadan uzaklaştın benden, ben de takip ettim seni. çok uzun sürdü çünkü senin ardında bıraktığın üç güzel kedin ve benim de terk etmeye kıyamadığım çiçeklerim vardı.
kedilerin güzel ailelere sahipler, eminim benimle olduklarından daha mutludurlar.
ve çiçekler de hissederler biliyor musun? ilgiyi ve sevgiyi isterler.
benim ne ilgim ne sevgim kalmıştı içimde, sanırım o yüzden soldular. senden sonra onlar da terk ettiler beni diyecektim ama, yoksa ben mi terk ettim onları bilemiyorum.
son olarak, umarım yanına geldiğimde seni sevmeme izin verirsin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
abyss, minsung ✔
Fanfictioneğer bir umudum olsaydı onu cam bir şişeye koyardım, papatyalarla beraber. her kim açarsa açsın, ilk önce ölen papatyaların kokusunu çekerdi içine. ama öyle olmayacak. çünkü bu mektup sana, ölen papatya benim. [short story]