İskelet Çiçeği

72 16 2
                                    


Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Ben, lise veya üniversite hayatım boyunca kendi hayaller alemimin kapılarını ardına kadar açıp o dünyalarda gezinmek, yeni dünyalar keşfetmek dışında hiçbir şey yapmamıştım. Her ne kadar hayatıma giren birkaç kişi ile gerçeğe yakınlaşmış olsam da, o kapı hiçbir zaman tamamen kapanmadığı için geri dönmem de öyle zor olmamıştı. Beni hayat denen sallantılı köprüye bağlayan tutunacak bir daldı bu hayaller, inançlar veyahut hisler. İşte bu hayaller aleminin kapısının ardından bakarken hayat penceresine, fark ettiğim bir düşünce vardı ki 26 yaşımın getirdiği her şeye rağmen bir an olsun aklımdan çıkmamıştı. Hayatın bir tiyatro sahnesinden farksız olduğuna dair bir düşünceydi bu. Hepimizin kendi hayatlarımızın başrolü, her açılan sahnede repliklerimizi söylememiz gerektiğine inanan bir düşünce. 

Ne kadar doğru, ne kadar yanlıştı? Hangi noktadan eller tutulur, hangi noktadan elden kaçar kurtulurdu? Hiçbir fikrim yoktu. Ama Chanyeol, dudaklarıyla dudaklarımı örttüğü ilk anda hayatlarımızın başrolü, ikimizden başkası değildi ve her film sahnesinde olduğu gibi öpüşmenin ardından sahne hiçbir şey olmamış gibi eski haline dönmüştü. Eski haline dönmüştü diyorum ama bu tabi ki, bu işin görünür kısmı, dışarıdan görülen 3.gözden ibaretti. Oysa, içimde bininci kıyamet yaşanıyor, yüreğimin her noktasındaki nehirlerde periler bile onun ismini haykırıyordu. Evet, galiba aşk buydu. Her daim, kitaplarda, filmlerde, plaklarda geçen, annemin ansızın kendini birinin kollarında bulmanın çekiciliğinden bahsettiği, perilerin, kelebeklerin istilasına uğrayan bir kalp ve yanaklarda bir ateş, dizlerde bir ağırlık olan bir aşk ancak böyle hissedilirdi. 

Tüm o, periler beni ele geçiredursun, Chanyeol yeniden elimden yakalayıp hızlıca yürümeye başladığında işte bu aşk her bir zerreme dolmaya başlamıştı. Ne kadar mantıklıydı? Birkaç saatini beraber geçirdiğin, ertesi gün bir daha göremeyeceğin bir adamın yanında böylesine hissetmek ne kadar doğruydu? Bunu düşünmek bile, kalbimde ağır yıkımlar yaşatırken sus pus onu takip etmeye devam ediyordum. Her ne olursa olsun, derdime çözüm olabilecek herhangi bir şey yoktu ve bu çaresizlik de benim bu anı mahvetmemi gerektirecek bir durum olamazdı. 

Sokakları hızla, arkamızdan atlı kovalar gibi aşıyordu. Kesik, hırıltı dolu nefeslerinin sesi bir an olsun kulaklarımı terk etmiyor, dudağımın üzerinde dokunuşunun izi hala bir ateş parçası gibi yanıyordu. Birkaç adım daha attıktan sonra, adımları git gide durulan bir su gibi yavaşlamaya başladı. Sokağın ortasında, yalnız bir başımızaydık. Sanki, dünyanın son günüydü ve yalnızca ikimiz kalmıştık yeryüzünde. Savsak adımlarıyla taşları sıçratıp dururken, yorgun gözlerinde bir burukluk ile dönüp bana bakmaya başlamıştı. Bu hali, içimde bir yerleri ateşe verirken, elimi tüm o destekleyici hisleri barındıracak bir şekilde sıkıyordu.

"Seni, buna bulaştırdığım için özür dilerim." 

Pişmanlığı, tüm sesine yansırken öylesine buruk bakıyordu ki gözlerime, onu kucaklayıp 'sorun yok' dememek için kendimle zorlu bir savaş veriyordum.

Bir Noel Gecesi Rüyası | chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin