[ Kar Tanesi ]

293 37 22
                                    

Yavaşça yere inen bir kar tanesi. Gökyüzünden tüm bu zaman boyunca inmeyi bekleyen kar tanesi. Yere düşüne kadar birçok şey gören, fark eden kar tanesi. Yere düştükten sonra o da diğerleri gibi aralarına katılacağını sanan ama kendi görünümüyle özel olan ve hep öyle kalacak olan kar tanesi. Eşsiz bir güzellikte olduğunu henüz kendisi dahi kavrayamayan kar tanesi.

Yaşadığımız toplumda hep ayak uyurdurmak dediğimiz kavrama bağlı kalmışız biz. Hep diğerleri gibi olmaya, dışlanmamak için kendimiz değil onlar olmaya alışır hale gelmişiz. Ne için peki tüm bunlar? Başkası olup dışlanmamak yerine, kendimiz olup özür olmayı seçmek değil midir daha iyi olan seçenek?

O kar tanesi de öyle düşünüyordu. Farkında olmadan kendisi de diğerleri gibi olduğunu sanıyordu. Ama aksine farklıydı kar tanesi, eşsizdi, güzeldi, ayak uyrdurmaya değil kendi olmaya çalışıyordu kar tanesi. İşte Xiao Zhan o kar tanesiydi.

Tüm piyanistlerin bu denli bir yeteneğe sahip olmalarına imrenirdim. Ama hepsi sıradan bir piyanist gibi gelirdi. Önünde duran tuşlara basıp mükemmel ritmi yakalayan yetenekli sanatçılar. Peki ama onun farkı neydi?

Sanki o, tuşlara basmıyordu. O tuşları var ediyordu. O yeni bir ritim oluşturmuyordu. Ritim onun ellerinde kendiliğinden var oluyordu.

Gözleri kapalı bir şekilde tuşlar üzerine o zarif parmaklarını gezdiren "kemancı bey" in ritmi sakin duyulmasına rağmen öyle değildi. Ya da bunu farklı algılayan bendim az önceki ruh halinden dolayı. Açmıyordu gözlerini. Sanki açsa bir anda elinden kayıp gidcekti piyano.

Empati duygumun her zaman biraz fazla olduğunu düşünürdüm. Ama şuan her zamankinden fazlaydı. Sanki ilk defa birinin duygularını tamamiyle net görüyordum. Yoksa benim düşündüğümün aksine duygularını açıkça belli etmek istediği için bana yardımcı olan o muydu?

Orda ne kadar süre piyano çalışını dinledim bilmiyorum. Sanki durdu o an zaman kavramı. Ne o bırakmak istedi çalmayı ya da yorulduğu duygularından arınmayı, ne de ben durdurmak istedim onun kulakları kustayan çalışını. O gözleri kapalı tuşlarla bütün oldu. Ben gözlerim açık onun çaldığı müzikle bütün oldum. Böyle devam etti durum, Zhan'n gözlerinden bir damla yaş yanaklarına süzülene kadar.

Peşinden birkaç damla gözyaşı daha bıraktı kendini. Hala kapalıydı gözleri. Elleri tuşlardaydı. Ama çalmıyordu artık. Ben gözlerini açmasını bekledim önce. Açmadı. Kafasını yavaşça aşağı indirdi. Sanki kimseye ağladığını belli etmek istemeyen bir çocuğun kafasını eğip gözlerini kapayınca kimsenin onu görmediğini düşünmesi gibi. Burnunu çekti birkaç kez. Birkaç kez de hıçkırdı. Daha da şiddetlendi ağlaması. Ona dokunmak istedim o an. Sırtında ellerimi dolaştırıp özür dilemek istedim ondan bunu isteğim için. Sarılmak istedim ona, rahatlamasına biraz olsun yardımcı olabileceğini düşündüğüm için. Sevmek istedim saçlarını, yavaşça gözyaşlarını dindirmesni umduğum için. Tutmak istedim o her enstrümana yakışan zarif parmaklarını, ona biraz olsun güç verebileceğini umduğum için. Yapamadım hiç birini....
Ne ellerini tutabildim, ne saçlarını okşayabildim ne bir kez olsun sarılabildim ona. Özür dilerim Zhan. Ağlamana hâlâ göz yumduğum için. Sebebi ben olduğum halde. Ama ne yaparsam yapayım gitmedi ellerim. Dokunmadım bir türlü. O kadar güçlü değildim ben. Yıllardan beridir içimi kaplayan bu korkuyu şuan bile yenebilecek kadar cesur değildim. Özür dilerim.

Sadece hafifçe şarkı mırıldanmaya başladım. Mira ne zaman huzursuz hissettse yanıma uzanıp bir şarkı isterdi benden. Bu yüzden birini teselli etmek için dudaklarımdan dökülen tek şey birkaç şarkı sözünden ibaret olurdu.

I'm building this house on the moon
Like a lost astronaut looking at you
Like a star from the place the world forgot

And there's nothing that I can do
Except bury my love for you

yizhan || Moondust Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin