Bir yalnızlığım var taa içimin en derinliklerinde.. Sen varsın tam ortasında. Yanımda olmasanda, yalnızlığımla oluyorsun.
Yavaşça kaldırdım kafamı yumuşacık yastığımdan. Etrafıma baktım. Kap karanlıktı her yer sanki. Ama sabah olduğuna emindim. Güneşin ışığını fark ediyordum. Ağır hareketlerle doğruldum yatağımdan. Düzelmedi yinede. Gözlerimi ovuşturmaya başladım. Sanırım yine olmuştu. Gözlerim kararıyor, başım dönüyordu anlam veremeyeceğim şekilde. Korkmuştum bu sefer. Çünkü ilk defa bu kadar uzun sürüyordu. "Allah kahretsin, Allah kahretsin" diyip duruyordum yavaşca, kafama vurarak. Sonra daha yüksek ve daha fazla sesimin çıkabildiği kadar. Kapının hızlıca açılıp
"Nevaa, kızım iyi misin?" diyenin babam olduğunu anladım. Önümde diz çökmüş ellerimi tutuyordu.
"Değilim baba anlıyo musun değilim! Bırak beni. Bıraak" dedim hıçkırarak.
"Tamam bitanem. Geçecek tamam mı geçecek. Korkma ben yanındayım. Annende burda. Zeliha teyzende burda. Korkma hadi hastaneye gidelim" diyordu babam. Kalkıp yanıma oturmuş, başımı omzuma koymuş, saçlarımı öperek.
Ama benim aklıma takılan tek şey annemin hıçkırık sesi ve ağlayışıydı. Onun bir damla göz yaşına dayanamıyordum. Yavaş yavaş gözlerimin aydınlığı seçebildiğini hissettim. Ve annemi görüyordum. Elimi ona doğru uzatıp
"Anneem. Ağlamaa" dedim bitkin sesimle. Hemen yanima geldi yüzümü avuçlarının arasına aldı.
"Ağlamıyorum meleğim. Korkma sen sakın." dedi ve beni kaldırdı.
Artık neredeyse tamamen görebiliyordum. Sarıldık annemle. Yardımcımız Zeliha Teyze hemen elinde ki suyu uzattı bana. Daha bir sakinleşmiştim. İyi olmuştum. Saate baktım. Annemlere iyi olduğumu, hazırlanmam gerektiğini söylediğim an babam;
"Hayır Neva bugün okul yok. Gitmeyeceksin. Hastaneye gidicez."
"Baba ben şuan gerçekten iyiyim. Lütfen okula gidiyim bugün. Hastane yi cuma gününe erteleyelim" dedim usulca.
"Peki ama bir şartla"
"Dinliyorum babam"
"Okula şoförle gidip geliceksin"
"Ama baba o kadar insan içinde ayıp"
"Değil Neva. Olmadı okulun biraz gerisinde durur öyle inersin." dedi sert bir tavırla. Mecburen kabul ettim çünkü zaten yürümek için hiç halim yoktu. Annemler odadan çıktıktan sonra odamda ki banyoya geçtim. Aynadan rengi koyulaşmış olan yeşil gözlerime dikkatlice baktım. Korkuyordum, bu gözlerin bir daha hiç göremeyeceğinden. Aklımdan hemen bu düşünceyi silip yüzümü yıkadım. Odama geçip elbise dolabımı açtım. Lacivert ispanyol paça pantolonumla, çiçekli gömleğimi hızla giyindim. Aynanın karşısına oturup upuzun kestane rengi saçlarımı yavaş yavaş taramaya başladım. Çok seviyordum saçlarımı. Kestirmeyi hiç sevmezdim. At kuyruğu yapıp kalktım. Çantamıda alıp indiğim aşağıya. Hepsi durmuş bana endişeyle bakıyordu. Bozuntuya vermeden gülerek konuşmaya başladım
"Ne o öyle ölü görmüş gibi bakıyonuz be. Hadi ben çok acım. Zelişim bugün ne hazırladın bakalım" dedim tombiş yanaklarını sıkarak.
"Her zaman ki gibi sevdiğin şeyleri güzel gözlüm benim" dedi hüzünlü olarak. Yıllardır yanımızdaydı Zeliha teyze. Mersin'e geldiğimizde de duramadı geldi. Bir tek oğlu vardı. Oda yurt dışında evlenmiş çoluğa çocuğa karışmıştı. Kızı ve kocasını yıllar önce trafik kazasında kaybetmişti. Beni hep öz kızı gibi sevmiş, benimsemişti. Bende onu çok seviyordum. Tam masaya otururken telefonumu yukarıda unuttuğum aklıma geldi. Kalkıp gidip aldım. 4 mesaj 2 cevapsız çağrı vardı. Tabiki de bakmadım. Tekrardan kahvaltıya indim. Kahvaltımı yaptıktan sonra hepsini tek tek öptüm ve çıktım. Hüseyin abi arabayı hazırlamış beni bekliyordu. Zeliha teyzenin kardeşinin oğluydu oda.