En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır.Madımak
ﻬ Tarih, 2 Temmuz 1993
ﻬ Yer, Sivas
Aydınlar, sanatçılar ve şairler dört günlük şenlik programına katılmak, söyleşilere katılmak, kitaplarını imzalamak, şarkılarını söylemek için gitmişti Sivas'a. 1 Temmuz'da şenliğin açılışında konuşanlardan biri de yazar Aziz Nesin'di.
Sivas faciası, Aziz Nesin ile ayaküstü yapılan bir televizyon söyleyişisiyle başladı.
Türkiye gazetesi muhabiri, herkesin ortasında Aziz Nesin'e din konusunu açtığında ateist olduğu bilinen Aziz Nesin görüşünü açıkladı. Görüşü karşısında, söyleşiyi dinleyen kimliği belirsiz bir şahıs, "Sen neden saldırıyorsun ?" ithamında bulunarak hala görüşünü söylemekte olan Aziz Nesin'in sözünü kesti. Bu durum karşısında, böyle bir amacı olmadığını belli eden şaşkınlığıyla, saldırmadığını sadece kendi düşüncesi olduğunu belirten Aziz Nesin'e karşın aynı şahıs bu sefer "Niye bu insanların fikirlerine saygı duymuyorsun ?" sorusunu yöneltti. Aziz Nesin saygı duyduğunu dile getirdikten sonra orada kapanan olayın, sonrasında yaşanılacak o büyük facianın başlangıcı olduğunu kimse tahmin edemezdi.
Aziz Nesin'in o sırada başyazarı olduğu Aydınlık gazetesinde yayımlanan Salman Rüşdi'nin "Şeytan Ayetleri" kitabından ötürü zaten büyük bir tepki alan ve kente sokulmaması için günlerdir uğraşılan Aziz Nesin'in söyleşideki sözleri, günlerdir tetikte olan Sivas halkı tarafından hızlıca abartılarak yayıldı.
Katliamdan iki gün önce dağıtılan bir bildiri, 2 Temmuz'da neler yaşanacağının habercisi olmasa da adeta işareti niteliğindeydi.
Bildiride dönemin Sivas Valisi Ahmet Karabilgin'in şenliklere ev sahipliği yapması eleştirilmiş, Nesin için "Şehirde adeta Müslümanlarla alay edercesine gezebilmektedir" dendi.
→ Aziz Nesin'in anlatımından,
"Tarihler 1 Temmuz 1993 idi. 4. Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas'taydık.
Daha şehre gelmeden, özellikle benim hakkımda bildiriler yayınlanmaya başlanmış, hedef gösterilmiştim. İlk günden itibaren gerginlik had safhadaydı.
2 Temmuz günü ise yerel gazetelerde kullanılan sözler, bir nevi olacakların habercisiydi.
Zaten gün içerisinde gerginlik şehrin belli yerlerinde iyiden iyiye tırmanmıştı. Akşam saat 5 sularında ise gözü dönmüş kalabalık Madımak Oteli'nin önündeydi.
Dışarı ile iletişimimizi sağlayan tek araç telefondu artık. Erdal İnönü arandı ve ona ''Erdal Bey sanırım dışarıdaki sloganları ve camlarda patlayan taş sesleri size kadar ulaşıyor olmalı dedim.'' gereken önlemin alınacağını söyleyip, azalan umutlarımızı biraz olsun tazelemişti.
Ancak kalabalığın öfkesi dinmiyor, güruhu sakinleştirmek adına konuşan belediye başkanı ne kadar reddetse de 'gazamız mübarek olsun' sözüyle adeta çığırtkanlık yapıyordu.
Bundan sonra olacaklar kitle psikolojisinin sonuçlarıydı. 'Cumhuriyet Sivas'ta kuruldu, Sivas'ta yıkılacak' , 'Laiklere ölüm' , 'Yaşasın şeriat' ve 'Sivas Aziz'e mezar olacak' sloganları, aslında hedefin sadece ben olmadığını anlatmaya çalışıyor gibiydi.
Önce yağmalama sonra ise 'yakın ulan yakın' sesleri ve tekbirlerle çevredeki araçlar ateşe verilmişti. Ateşin kızıllığı, dumanın siyahlığıyla birleşip çevremizi sarmıştı. Bu kaçıncı öldürülüşüm bilmiyorum fakat ölüme en yakın olduğum anı artık görebiliyordum.
Odamda Lütfi Kaleli ile birlikte çaresiz bir bekleyiş içerisindeyken, aşağı taraftan korkunç çığlıklar gelmeye başladı. Bağırıldı, yardım istendi ve sonra sesler sustu. Artık sıra bendeydi. Kesin olarak ölüme hazırdım. Hatta Lütfi Kaleli birkaç kez 'ölüyoruz abi' dedi. Dedim ölüyoruz, öleceğiz. Başka çare yok.
Sonra dönüp Lütfi'ye ''Sayın Kaleli beni şu yatağa yatır, bu güruha kötü bir ceset vermek istemiyorum. Korkarak ölen bir adam gibi görünmeyeyim. Köşeye büzüşmüş bir adam gibi ölmeyeyim.'' dedim. Sonrasında Lütfi'nin önerisiyle camlara doğru koştuk ve yardım istemeye başladık.
O sırada otelin önüne yaklaşan bir itfaiye bizi kurtarmak için yeltendi.
İtfaiye merdivenlerinden inerken, sonradan Refah Partisi Meclis üyesi olduğunu öğrendiğim Cafer Özçakmak 'Asıl öldürülecek hayvan burada' dedi ve tam kurtuluyorum derken artık Sırat Köprüsü'nde gibiydim.
Devam etsem linç, geri dönsem cehennem vardı.
O sırada görevlilerden biri beni bileğimden çekerek kalabalığın ortasına attı.
Yere düştüm, tekme ve yumruklarla vurmaya başladılar. Sonrasında polis arabasına kadar sürüklendim. Yaralı olarak kurtulmuştum ancak 35 can, 33'ü aydın 35 insan, yıllar sonra bile yeri doldurulamayacak onlarca değer katledilmişti."
Kente davet edilen takviye kuvvetler ise zamanında gelmedi veya gelenler yetersizdi.
Polisler olanları tiyatro misali izledi.
35 kişi otelde hayatını kaybetti.
Onlar o gün, Allahın sözlerine inanmadığını düşündükleri insanları sanki kendileri Allahmış gibi yaktılar.
Dini inanışı gereği ölüyü yakmayanlar, canlı canlı insan yaktılar.
"Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin."
(İsrâ: 33)"Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır."
(Nisâ: 93)"Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan cezaya uğrar. Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır."
(Furkân: 68-69)"Kim bir cana kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur."
(Mâide: 32)